Projeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Heybeliada'da Öykü Günü

2015 Dünya Öykü Günü 

Heybeliada Ruhban Okulunun giriş katında bizleri "Semih Poroy'un Çizgilerinde Öykücülerimiz" sergisi karşıladı. Karikatürist Poroy'un edebiyatçı portrelerinden oluşan sergisinde kimler yoktu ki. Oğuz Atay, Tomris Uyar, Sait Faik, Aziz Nesin, Selim İleri ve daha niceleri.

Ayrıca Murathan Mungan’ın Kibrit Çöpleri kitabından “Gaz, Ruj” öyküsünü adalı oyuncu Ayça Damgacı seslendirdi.

Heybeliada Kütüphane Girişiminin de destek verdiği Dünya Öykü Günü etkinliğinde, geçmişte adalarda yaşamış ya da ada temalı eserler vermiş yazarlar anıldı, eserleri üzerinde konuşmalar yapıldı.Katılımın bu kadar yoğun olacağını kimse beklemiyordu doğrusu. Adanın şirin yollarında kedilerin, manzaranın, evlerin fotoğraflarını çekerken hep tanıdık simalara rastlamanın mutluluğunu yaşadık. Nemika Tuğcu, Sezer Ateş Ayvaz, Leyla Ruhan Okyay, Nursel Duruel, Yasemin Yıldırım, Adil İzci, Birsen Ferahlı konuşma yapmak üzere adaya gelmişti.

Sunumunu Ayşe Sarısayın ve Serenad Demirhan’ın üslendiği bu etkinlikte Sait Faik, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Zeyyat Selimoğlu, Nezihe Meriç, Melisa Gürpınar anılarak, edebiyatımızdan örneklerle, Füruzan ve Selim İleri’nin öykülerinde ada kavramı konuşuldu.

Ayşe Sarısayın
Dünya Öykü Gününün fikir babası yazar ve öykücü arkadaşımız Uluslararası Öykü Günleri Derneği başkanı Özcan Karabulut. Özcan, Adnan Özer’le birlikte 1996 yılında çıkarmaya başladığı Düşler Öyküler dergisiyle bu yola giriyor ve 1997’de Ankara öykü günlerinin öncülüğünü yapıyor. İzleyen yıllarda bu öykü günleri başka şehirlere de taşınıyor. Ve bu etkinlik pek çok kentteki kültür, sanat ve edebiyat ortamını canlandırmak için önemli katkılarda bulunuyor. 14 şubatın öykü günü olarak kutlanması da 2002’de gerçekleşiyor. Yazar, öykü ve okur üçlüsü arasında oluşturulan sevgi ve dostluk ortamının dünya sevgi ve sevgililer günü gibi bir günle uyumlu olduğu düşünülüyor. Kasım 2003’de 69. uncu Uluslararası Pen Dünya Kongresinde onaylanıyor. Özcan Karabulut bir konuşmasında bu projeye ilişkin şöyle demiş. “Biz yazarlar, yazar örgütleri tüm dünyada birbirimizle dil, din, ırk, kültür ve cinsiyet ayırımı yapmadan çok kapsamlı bir edebi ve kültürel işbirliği içinde bulunmamız gerektiğinin bilincindeyiz.”

Dünya öykü günü bildirisi her yıl yazın dünyasına çok emek vermiş farklı bir yazar tarafından kaleme alınıyor ve çeşitli dillere çevrilerek tüm dünyaya dağıtılıyor. Tarık Dursun K, Nezihe Meriç, Selim İleri, Osman Şahin, Firuzan, İnci Aral, Leyla Erbil, Necati Tosuner geçtiğimiz yılların bildirilerini yazan ustalarımız. Bu yılın bildirisini ise öykülerinin yanı sıra romanları, şiirleri, oyunları, denemeleri, eleştirel yazılarıyla tanıdığımız Murathan Mungan.

En kısa hikâye parçasına an denir
Murathan Mungan An adlı öyküsünde şöyle diyor. En kısa hikâye parçasına an denir. Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. Bütün yaşamımız dediğim de o birkaç ana bakar aslında. Bu yüzden de yıllar sonra en çok hatırladığımız anlardır, gerisi bulanıktır. Geçmişi anlar berraklaştırır. Niye hikâye yazıyorum sanıyorsun?


Birsen Ferahlı
Ada aynı zamanda Virginia Woolf’daki gibi bir deniz feneri ve bugün bu soğukta bu sevgililer gününde bu kalabalık elbette ki rastlantısal değil. Yalnız öykü için değil bu kalabalık kendi insani değerlerimizin, kendi iç cevherimizi tehdit eden düzen değişiminin bir yansıması. Artık bir arada durmak nefes almak için gerekiyor. Akşit Göktürk’ün edebiyatta ada diye bir kitabı var, orada ada ve edebiyat ilişkisini çok güzel ortaya koymuş. İlk çağlardan beri ada ne anlama geliyor. İlk önce bir sürgün yeriymiş, sonra bir keşif yeri sonra bir ütopya yeri olmuş 1516’dan itibaren. Bizim padişahımız 1516’da İran yollarında kılıç sallarken Thomas Mann Ütopya’yı yazıyormuş. Denizaşırı ülkelerin keşfiyle birlikte denizciler adalara çıkmışlar bakmışlar ki oradaki insanlar son derece mutlu yaşıyorlar. Üstelik Avrupa’daki gibi aç değil insanlar. Veba, hastalık falan da yok. Biz de böyle yaşayalım demişler. Onun yüzünden ütopya çıkıyor ortaya. Daha sonra Robinson Crusoe meselesi var hepimizin bildiği. Ve bir Robinsonat edebiyat kavramı geliyor. Issız adaya düşüp orada hayat kuranlar edebiyatı. Şu an dünyanın ayak basılmadık pek bir yeri kalmadığı için 19. uncu yüzyıldan sonra ve 20. inci yüzyılda artık bu ada kavramı izole olmak için uzaya dönüşüyor. Uzayda ada. Kolonileşme gündeme geliyor. Bizim edebiyatımızda ise Edebiyatı Cedide ile adalar edebiyata giriyorlar. İstanbul dışında yaşayanlar adaları hep bu romanlardan bu öykülerden biraz da efsanevi gizli tekinsiz algılar oluşturuyor.

Firuzan’ın, Günübirlik Adada adlı muhteşem bir öyküsü var. Adaya yatılı hizmetli olarak verilen kızın babası bir gün adaya bir vapurla gelir. Kızın maaşını alacak ve gidecektir çünkü işten çıkartılmıştır. Kız babayı uğurlarken derki, “Baba burada güzel bir gün geçirdin güzel şeyleri gördün şimdi gidiyorsun. Günü birlik adayı yaşadın ama ne değişecek? Senin döneceğin yer yine bizim kendi mahallemiz.” Böylelikle 1972 yılında yazılmış bu öyküde Firuzan incecik sözcükleri, müthiş betimlemeleri ile keskin bir sınıf farkını ortaya koyar. Çünkü gerçekten bizim adalarımızda, Prens adalarında bu uçurum vardır. Sait Faik balıkçıları, bu hayatla bu düzenle hiçbir işi ilişkisi olmayanları ve bütün varlık gücünü bu umursamamaktan alanları da, düzenin tamamen kazananları da ayrı bir uçtadır. Firuzan’ın öyküsünde ve diğer edebiyat yapıtlarında olduğu gibi.

Ada adeta bir sahne 
Müzelerde sık sık sık ünlü ressamların eserlerini görürsünüz, artık giderek sıradanlaşır. Şehirde öyle ama adada her şey tekil. Adanın kendine özgü zamanında daha görünür oluyor her şey. Adanın duran zamanı var. Karşıda kesintisiz akan şehir zamanına karşıdan bakıyorsunuz, adanın zamanı var, bir de kendi iç zamanınız var.  20. inci yüzyılda iç dünyaya bilinçakışıyla yöneldi edebiyat ve şimdi neredeyse içimiz de dışımıza çıktı. Bugün belki içimizi tekrar oluşturmak ve tekrar korumak için buradayız. Selim İleri’nin, Fotoğrafı Sana Gönderiyorum isimli kitabında en az üç öyküsünde inanılmaz ada tanımlamaları vardır, adaya vapurla geliş, adadan vapurla dönüş. Okuyarak oluşturduk adayı dedik. Tanpınar, Huzur, Mümtaz, Nuran, adadaki sahneler, Eylül, Mehmet Rauf, verem edebiyatı, sanatoryumlar, bütün Anadolu’nun gidip mendilleri çürütene kadar ağladığı Hıçkırık filmi, Kerime Nadir bunların hepsini anmamız lazım. Çünkü ada insanları oluşturduğu kadar insanlar da adayı oluşturuyor. Kimi gün kendi kendimizi tutsak ediyoruz, kimi gün özgürlüğümüz için kaçıyoruz, tutsaklık ve özgürlük arasında gidip geliyoruz. Çünkü Dostoyevsky demiş ki “ Özgürlük bir insanın dokunamayacağı kadar sıcak bir alevdir. Eline aldığın ilk anda onu başka bir insana, bir ideolojiye, bir dine vermek istersin. İşte bizler de bunun için adadayız.

Ne yazık ki Dünya Öykü Günü yeni bir kadın cinayetinin, üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesinin gölgesinde kutlandı. Özgecan Aslan cinayetine duyulan tepkiler, dile getirilemeyen acılar, Sezer Ateş Ayvaz’ın sözlerinde somutlaştı.

“Her şeye rağmen insanlık için, insan için ve insan olmak için edebiyat!”

Füsun Çetinel

Romanım Duvar

Her gün iki sıra duvar, her gün 1667 kelime 

Haruki Murakami’nin “koşmasam yazamazdım” dediği gibi Gençtur’un çalışma kampına katılmasaydım ben de elli bin kelimelik roman taslağımı tamamlayamazdım.

Neden 1667 kelime?
Sevgili Yeşim Cimcöz ağustos ayını roman yazma ayı olarak ilan etmişti. Her gün 1667 kelime yazarak bir ay sonunda elli bin kelimeye ulaşacak ve bir roman taslağı çıkaracaktık ortaya. İster delilik deyin, ister cesaret… Yirmi iki kişi çıktık yola, elbette yorulanlar, vazgeçenler, umudu kırılanlar oldu. Kalan sağlar bizimdi. Yazma serüveni boyunca isteyen evinde isteyen yazıevinde yazdı. Kimi zaman tıkandık, kimi zaman cesaret verdik birbirimize. Otuz günün sonunda bir araya gelip başarıımızı kutladık, yazdıklarımızı paylaştık, satırlara neler dökülmüş hayret ettik.

Ben ağustos ayı boyunca bilgisayarsız, internetsiz, yazı arkadaşlarımdan çok uzaklarda, Almanya’nın küçük bir kasabasında, yığma duvar örmeye gitmiştim. Kalem kâğıt her an yanımdaydı. Yemek molasında, tuvalette, tulumumun içinde, daha herkes uyurken, karanlıkta, trende, şerbetçi otlarının altında, müzede, kilisede, yemek yerken, yürürken, taş kırarken, yağmurda hep yazdım, her gün her an yazdım. Kum taşlarına şekil verirken bir taraftan kelimeleri şekillendiriyordum zihnimde. Taşları üst üste koyarken cümleler kuruyordum. Yan yana üst üste birikiyordu kelimeler taşlarla birlikte. Uymayanları evirip çeviriyor yeniden deniyordum. Önümdeki duvar yükselirken sayfalar doluyordu. Taş taş üstüne, kelime kelime üstüne. Duvar roman olmuştu, romansa bir duvar.

Neden yığma duvar?
Almanya’da Neckar nehri boyunca, dik yamaçlara kurulu üzüm bağları kilometrelerce uzanır. Bu bağları yığma duvarlar çevreler. En yenisi yüz yıllıktır. Kimisi yer yer yıkılmıştır. Tamir etmek yeniden yapmak yüksek maliyet gerektirir ayrıca bu işi bilen zanaatkârlar gün be gün azalmaktadır.

Yığma duvarlar yöredeki taş ocaklarından çıkarılan doğal taşların üst üste yığılmasıyla inşa edilir, boyları da bir metreyi geçmez. Taşlar, özelliklerinden dolayı, gün boyunca güneşin sıcaklığını biriktirir, akşam serinliği inip hava soğumaya başladığında ürünlere biriktirdiği ısıyı yavaş yavaş geri verir. İşte yöre şaraplarının lezzeti de bundan ötürüdür. Ayrıca kış mevsiminde fare, kertenkele, yılan, salyangoz, örümcek, karakurbağası gibi küçük canlılara ev sahipliği de yapar.

Almanların deyimiyle “kuru duvar”, taşların arasında bitiştirici olarak çimento kullanılmadığı için, tahta işçiliğinin yanında dünyanın en eski el işçiliği örneğidir. Doğal taşlar boyutlarına ve uygunluklarına göre, defalarca denenerek, ölçülerek, yontularak, titizlikle yan yana, üst üste getirilir. Bu eski teknik Mısır’daki dünyaca ünlü tarihi piramitleri hatırlatır bize.

Bu teknikle duvar örme işi roman yazmaya benzer. Sabırlı ve titiz olmak gerekir. Yılmadan yapıp yıkarak, yıkıp yaparak, deneyerek, taşları uygun şekilleri vererek, aralarını toprakla, çakıl taşlarıyla besleyerek, eğimin düzgün olmasına dikkat ederek, çokça düşünerek, taşların huyunu suyunu öğrenerek inşa edilir duvar. Taşlar yerine güzel oturmazsa dayanmaz çöker duvar. Tüm emeğe yazık olur.

Romanım duvar oldu, duvarım roman
Belki de iki yüz yıllık tarihi duvarı ilk önce yıkıp yerine aynı işçiliği kullanarak bir yenisini yapmamız gerekiyordu. Hiç birimiz bu konuda deneyimli ve eğitimli değildik. Kazmalar, küreklerle giriştik duvara. Taşlarına zarar vermeden küçük büyük ayırdık. Toprağı daha sonra kullanmak üzere bir kenara taşıdık el arabaları ile. Neler çıkmadı ki taş toprağın içinden? Bizi korku dolu gözlerle seyreden farecikler, kaygan yılanlar, pörtlek gözlü kara kurbağaları, beyaz yumuşak örümcek yumurtaları… Evlerini yıkıyorduk ya, şaşırmışlardı, korkmuşlardı.

Duvarı yıkmak kolaydı da koca koca taşlarla yeni bir duvar inşa etmek hem de bizler gibi şehirlilere pek zor göründü ilkten. Yapamayız, belki ancak yarısına kadar gelebiliriz dedik. Duvarımız sağlam olmalıydı onun için dizlerimize kadar gelen bir temel kazdık. Toprak sıkı, güneş tam tepemizdeydi. Pes ettik, yağmur yetişti imdadımıza. Toprak yumuşadı, hava serinledi. Yılmadık, bir sıra iki sıra derken duvarımız güzelce yükselmeye başladı. Her gün iki sıra çıkıyordu duvarımız. Her molada bir kenara çekilip yazıyordum. Duvarı seyrediyordum yazarken, yıkıp da parçalara ayırdığımız sonra yeniden daha derin bir temel kazarak, taşların arasını toprakla, çakıl taşlarıyla besleyerek inşa ettiğimiz duvarı. Kelimelerimi, taşları boylarına göre nasıl titizlikle ayırdıysam, öyle seçiyordum. Bir zaman sonra duvarda çalışırken romanı, roman yazarken duvarı düşünür oldum.

Kimler geçmedi ki o duvarın önünden?
Canlı cansız karakterler. Her gün kaniş köpeğini yürüyüşe çıkarıp benimle sohbet eden, bana şeker taşıyan sevimli, sarışın oğlan. Annesinin cenazesinden dönerken arabasını duvarımızın önünde durdurup ne yaptığımızı soran, sonra da Polonya’dan Almanya’ya uzanan acılı bir aile hikâyesi anlatan ürkek Gisela. Kemoterapi tedavisine kliniğe giderken her gün durup benimle sohbet eden, mürdüm erikli kekler getiren cesur ve hayat dolu Daniela. Ana sınıfı çocukları, binicilik okulunun atlıları, bisikletçiler. Kovalarla bize erik, elma taşıyan traktörlü çiftçiler. Tatilde niye duvar ördüğümü merak eden onca insan. Beni hayretle, taşların üzerinde yazmaya çalışırken seyredenler. Gazeteden röportaja gelip haber yapanlar. Birlikte çalıştığım Meksikalı, İspanyol, Fransız, Rus, Belaruslu, Japon, Alman, Ukraynalı arkadaşlarım.

Ağustos bitti, eylül geçti, ekim ayı kapıda. Yeniden bir araya gelip roman grubu olarak çalışmaya devam edeceğiz. Roman taslaklarımız demlenmede. Kimi karakterleri atacağım. Belki yeni bölümler ekleyecek, fazlalıkları çıkartacağım. Romanımı ne zaman bitiririm veya bitirir miyim hiç bilmiyorum. Emin olduğum tek bir şey var o da roman taslağımın dünyanın en güzel duvarı üstüne olduğu…

Çünkü birlikte yaptık, çünkü birlikte yazdık. Siz de roman çalışmasına katılmak isterseniz
http://yazievi.yesimcimcoz.com/ adresinden bizimle irtibata geçebilirsiniz.

Füsun Çetinel

Yazarın Duvarı

Duvarın Hikayesi

Artık her şeyin, herkesin bir hikâyesi olmak zorunda. Kahve kupasının, ekmeğin, blucinin, saksıdaki çiçeğin. Üreticiler hikâyesi olmayan şeylerin satmadığını çoktan anladı. Pinterest de bu amaca hizmet ediyor. Sanal ortamda beğendiğin, ilgi duyduğun fotoğrafları sanal bir duvara iğneleyerek, başkasının seni görmesini istediğin gibi, bir hikâye yaratıyorsun.

Yazar tuhaf kişi ya, pinterest’i ne yapsın. Eski moda bir kolaj çok daha yaratıcı ve ilham verici onun için. Çalışma odasının veya evin herhangi bir yerinin duvarını yerden tavana kadar kişisel resimler, fotoğraflar, dergi kupürleri, kâğıtlar, notlar, kartlar, oradan buradan toplanan, kesilen anı parçalarıyla kaplar. Sevdiği, ilgilendiği şeyler. Öncelikleri. Ailesinin, arkadaşlarının resimleri, gezdiği yerlerden broşürler. Gitmek istediği ülkelerin haritaları. Başka yazarlardan alıntılar (eğer yazarımız kıskanç bir değilse ve başkasının kitaplarını okumaya tenezzül ediyorsa). Notlar. Kitap ayraçları. Onu büyüleyen şeyler. Dünyaya bakışı. Etrafında görmek istedikleri. Belki başkalarının da hoşuna gidebileceğini düşündüğü şeyler. Görüntüler, başlıklar, şiirler. Yazara kim olduğunu, ne yapmak istediğini hatırlatan her şey! Bir nevi yazarın hayatının haritası duvarına serdikleri.

Görüntüsel Yazma
Yazarın duvarına yapıştırdıklarını incelediğimizde, yazma eylemine benzer bir şey görürüz. Parçaları birleştirdiğimizde bir görüntü ortaya çıkar, duvarda onun hikâyesini okuruz. Gördüklerimiz onun çocukluğu. Duyguları. Tadı damağında kalmış sergi. Artık var olmayan kedisinin gözleri. Belki bir yaz tatilini geçirdiği köy. Ona özgürlüğü hatırlatan kuş tüyü. Yaşamın devam ettiğinin kanıtı kurutulmuş yaprak. Bir çocuğun yazara yaptığı doğum günü kartı. Sakladığı bazı oyuncaklar, tek gözü olmayan maymun, teneke tren, saçları dökük bebek.

Düşünecek, ilham alacak o kadar çok şeyi var ki yazarın! 
Her gün farklı bir şeye bakar yazar. Üzerinde düşünebilir, geçmişte neler hissettiğine, nasıl değişimler geçirdiğine odaklanabilir. Bu şey ona ne ifade ediyor? Nereden bulmuştu? Kim vermişti? Onda ne görüyor? Niye duvarına yapıştırdı? Niye bunca yıl sakladı? Vazgeçebilir mi? Onsuz var olabilir mi? Bundan sonra ne yazmayı düşünüyor?

Bir yazarın duvarı diğer duvarlardan çok farklı. Dedim ya yazar tuhaf kişi, duvarında bile  şaheserler yaratabiliyor.

Füsun Çetinel

Çocukluğun Tadı

Çocukluğun Tadı Tuzu Kaldı mı?

Bu soru, içinde yaşadığımız zorlu ve çalkantılı dönemde pek de eğlenceli gelmiyor kimseye ama çocukluğumuzun hatıraları olmasa ayakta kalmamız daha da güçleşecek, zorluklarla savaşacak gücü bulamayacağız.

HayatımRomanYazıMaratonu’nun beşinci gün alıştırma konusu Çocukluğun Tadı 

Bazen yazarken beş duyumuzu kullanmayı unuturuz. Tat, dokunma, duyma, görme, koklama duyularımız var. Bir şeyi tanımlarken niye hepsini kullanmayalım ki? Çocukluğunun yemeklerini kelimelerle listele. Listeden bir tanesini seç ve onu genişleterek yaz.
Bu yemek niye çocukluğunu hatırlatıyor sana? Tadı nasıldı? Nasıl görünüyordu? Yerken ses çıkarıyor muydu? Dokusu nasıldı? Seviyor muydun yoksa nefret mi ediyordun? Kim pişirirdi? Özel günler için mi pişirilirdi yoksa her gün mü? Pişmesine yardım eder miydin? Niye sende bu kadar etki bıraktı? Eğer bu yemeği şimdi yapabilseydin kiminle paylaşmak isterdin? Niçin?
Dikkat: bu alıştırma yemek öncesi aşırı miktarda acıkmaya yol açabilir.

Sanmayın ki burada yazılanlar yemek tarifleri!
Yazılanların hepsi de birbirinden dokunaklı, derin, okuması zevkli çalışmalardı. Burada ancak hepsinden ufak bölümler verebiliyorum. Benimle birlikte yazan, gülen, ağlayan, yazılarını ve hayatını cömertçe paylaşan tüm yazı dostlarıma teşekkür ederim. Keyifli okumalar.

Tavuk Budu
Her seferinde bir umut beklediğim but. Düşmeyeceğini bile bile, belki bugün o gündür diye bekleye bekleye oturduğum tavuklu yemek akşamları. Payıma düşemiyordu. Babam oldukça zayıf ve iştahsız. Evimizin direği. Onun budu yeme hakkı var. Ablam kova burcu, inatçı. But yoksa yemek de yok! Son derece karakterli. Akşam yemeği yemezse bir çocuk, bir anda büyümesi durabilir. İşte bu da annem! But istersem, surat asarsam bir anda babam kendi tabağını bana uzatır. Onun boğazından benim gözüm kalan but da, o kupkuru göğüs de geçmez. Bunu biliyordum. Ben efendi bir çocuk olarak tabağımdaki göğsü ağzımda evire çevire büyütür, çiğner de çiğner balon yapılacak kıvama gelince su yardımıyla yutardım.

Karalahana Yemeği
Neyse ben karalâhana yemeğine döneyim. Çocukluğumda yapımı zor olduğundan, kıymetli bir yemekti. O zamanlar robotlar yoktu, lahana haşlandıktan sonra ekmek tahtasına benzer kalın bir tahta ile zannedersem buna dibek deniyordu, iyice dövülürdü, galiba bir kaç saat bununla uğraşılırdı. En nefret ettiğim zamanlardı, lahananın kokusundan evde durulmaz, durmadan soğuk evlerde pencere açılır, burnumun direği kırılır, midem bulanırdı. Hiç yemedim, bir kerecik bile olsa tadına bakmadım. Ama kokusu hala aklımda. Yıllar sonra çiçeği burnunda doktor hanım, sırf Samsun da doğdum diye ve de aile kökeninde Rize ve lazca bilen bir sülalem olduğu için beni tercih eden bir köye atandım, batıda bir Karadeniz köyü. Hayatımın en güzel günlerini geçirdim, dört sene orada. Çok güzel dostluklar, arkadaşlıklar oldu tabi ki. Geçmiş zaman, anlatılacak öyküler çoktur mutlaka.
İlk günüm, sağlık ocağı bir ev şeklinde, sadece hemşire hanım ile ben varım. Komsumuz Rıfat amca bizi yemeğe davet etti, sevine sevine gittik, açız, çevrede görünen bir lokanta bile yok ki, burada yemek yapmalıyız diye düşündük hemşiremle. Rıfat amcanın eşi bize şahane bir sofra hazırlamış, turşular, salata, mısır ekmeği, köy ekmeği, meyveler, yoğurt, ayran hepsi sofrada. Biz asıl yemeği beklemeden giriştik, kadın ‘sen Lazsın, sana karalâhana çorbası yaptım, hem de kuyruk yağı ile’ demez mi?

Canım Kaşar Peynirim
Sobanın üstünden çaydanlığımız hiç eksik olmazdı. Öğlene doğru gittiğim okuldan akşamüstü döndüğümde, ince belli cam bardakta çay ve kırmızı pul biberli sahanda eritilmiş eski kaşar yeme faslımız vardı. Sahanda kaşar eritmek ve üstüne pul biber koymak her nedense annemin o dönem mutfağına dâhil ettiği bir yenilikti. İki yıl kadar okul dönüşleri bana yaptı, sonra da her nedense unuttu gitti.  Canım kaşar peynirim. Beni yoldan çıkaran ilk göz ağrım. Koyarım seni bir sahana,  ateşi açarım azıcık, oh gevşersin, yayılırsın… Minik kabarcıklar… Çıtırtılar… Pul biberin olaya katılımı… Bazen fesleğen, nane gibi dostların sürpriz ziyaretleri… Mis kokulu beyaz ekmeğin eşliği… Ve işte buyurun size tatlı hayat!

Mafiş
Arapça karşılığı ‘yok’ demekmiş ama bence siz anlamını bırakın da tadına bakın derim. Anneannemin sağlığında mafiş siz misafir ağırlandığını pek hatırlamayız. Yapılışı biraz zor ve zaman alsa da yemesi pek kolaydır. Anneannem mafiş tabağını masaya getirene kadar atıştırmayalım diye köşe bucak saklardı, çünkü kazara meydanda unutsa sofraya tatlı kalmazdı. O nur içinde yatsın biz damağımızda bıraktığı tatlarla onu hep analım.
İşte tarifi:
1 yumurta,1 yumurta kabuğu dolusu sıvı yağ, 1 yumurta kabuğu dolusu sirke,1 fiske tuz, aldığı kadar un
Şerbeti için:2bardak şeker, 1,5 bardak su, yarım limonun suyu
Yukarıdaki malzemelerle elimize yapışmayacak kıvamda bir hamur tutuyoruz. Yarım saat nemli bezle örtülü olarak dinlendiriyoruz. Tezgâhı unladıktan sonra ikiye ayırdığımız hamuru 2-3mm kalınlığında açıyoruz. Daha sonra açılan hamuru önce bir yönde sonra diğer yönde 2-3 parmak genişliğinde şeritler halinde kesiyoruz ve fiyonk şekli verip, unlanmış bir tepsiye diziyoruz. Eskiden bu şekil verme işinde anneanneme yardım etmek bana düşerdi. Üzerine nemli bez örtüp, kızartma tavamızı hazırlıyoruz. Yağ iyice kızınca mafişleri alt üst birer kere çevirerek kızartıyoruz. Tavadan çıkartıp hemen soğumuş şerbete atıyoruz. Mafişler süzüldükten sonra servise hazırdır.

Un Helvası
Çocukluğumun unutamadığım tatlarından biridir un helvası. Üç beyazdan vazgeçemediğim beyazdır Un. Çocukluğumda Gerede’ye gittiğimizde ekmekleri koydukları tekke adı verilen büyük sandık kalmış aklımda mis gibi un kokardı.  O kokuyu içime çekmek için kapağını açıp derin derin nefes alırdım.
Un kavrulurken çıkan rayihada bana o tekkedeki kokuyu hatırlatır, pembeleşir, sararır, kahveye yaklaşır rengi, iyice kızmıştır. Şerbet o zaman dökülür, cos diye çıkan ses unun şerbetle birleşip demlenmesi ilginç gelir. Karılması kıvamında olması önemlidir, topak, topak olan helva olmamış demektir.  Demlenip kıvamına geldiğinde kaşıkla şekillendirilip, fıstık, ceviz, fındıkla süslenir.

Yufkalı Tavuk
Geleneklerine bağlı bir kadındı büyük hala Behire Hanım. Ailenin en iyi yemek pişiren kadını derlerdi onun için. Behire Hala’ya yemeğe gidenler günlerce anlatırdı yedikleri yemeklerin lezzetini. Tereyağlı kabaklı böreği ve tahinli kabak tatlısı sülale efsanesi haline gelmişti. Ama benim favorim bunların ikisi de değildi. 13-14 yaşlarında ya var ya yoktum. Yemek pişirmeye olan merakımı ve yufkalı tavuk dediği yemeğini bayıla bayıla yediğimi bildiğinden, onu ziyarete gelecek olan kardeşleri için hazırlarken bu yemeği nasıl yaptığını bana da anlatmıştı. Bu yemek bizim oraların misafir yemeğidir. Aileyi her topladığında mutlaka pişir. Birlikte yemek yiyenler birlikte kalır derdi rahmetli babam. Bu sözü ben hiç unutmadım sen de hep hatırla. Bu yemeği her yaptığında bana da bir Fatiha göndermeyi unutma.

Kişnişli Sucuk
Daha küçüğüm, henüz kızarmış ekmeği yağa batırınca, tazesinden daha çok seveceğimi öğrenmemişim. Siyah renkli, yıkandığında dahi rengi tam açılmayan bakır sahanla getiriyor babam sucukları, anneannem kendi istediği gibi pişiremez de kurutursa diye elleriyle yapmış. Tereyağı sapsarı, bal da sarı hepsi aklımda. Tereyağı köy kokuyor, kuzular çıkacak içinden. Hadi bakalım soğutmayın kızlar, önce sucukları alın. Lafı ikiletir miyim hiç, taze ekmeğin en kızarmış yerinden, tam köşesinden koparıyorum.  Önce yağa sonra hop ağzıma, bir de kocaman sucuk. Gözlerim keyiften kaymıştır, eminim. Annem herkese iki üç parça düşecek gibi hesaplamış ona göre kesmiş sucukları. Keşke daha çok olsaymış ama yok, herkes yiyecek bundan annem sayılı yapmış.

Tavuklu Pilav
Yuvarlak yemek masası, evin ortasında, bütün oda kapılarının ve mutfağın açıldığı büyük holün ortasında dururdu. O gece tavuklu pilav yapmıştı annem, odamdan duyuyordum kokusunu, çok acıkmıştım. Babam da gelmişti, birden bağrışmalar başladı, kavga ediyorlardı. Hole çıktım, babam çok öfkeliydi ama ne olduğunu tam anlayamıyordum. Babam annemi duvara itti, annemin kafasını duvara çarpıp sırtını sürterek yere oturduğunu gördüm. Kapının zili çalmaya başladı, sesleri duyan komşular gelmişti. Ben ağlamaya başladım, annemi yerden kaldırıp yan eve taşıdılar. Babamı salona oturtup sakinleştirmeye çalıştılar. Masada pilav üstünde tavuk parçaları duruyordu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan kaşıkla tavuklu pilavı yiyordum. Yine de çok güzeldi, çocukken ağlarken bile…

Ekşili Köfte
Kardeşim balık ve tavuk ağzına koymazdı. Özellikle balık kokusundan da nefret ederdi. Ben de balık fazla sevmem ama anneannemin pişirdiği Kalkan'a, annemin balık köftesine, babamların Sakarya nehrinde avladıkları yayın balığını da hayır demezdim. Tavuğunda sadece göğüs etini yerdim. Annem kendilerine balık ya da tavuk pişirdiğinde genelde kardeşime köfte yapardı.  Ben genelde köfteden de yerdim.  Koray ekşili köfte ya da patatesli köfteyi çok severdi. Ekşili köftenin terbiyesi yapılırken mutfakta olmayı çalışırdım, bir kaşık kaynayan köfte suyunu alıp çırpılmış yumurtaya kâsesine koymama annem izin verirdi, sonra limon suyu eklerdi. Limonun kokusunu oldum olası severim. Terbiyeyi tencereye eklemem izin vermezdi, “yavaş, yavaş yapılmalı yoksa yumurta akları pişer,” derdi. Tabağımdaki ekşili köfteye bol karabiber eklerdim. Limon ve karabiber tezat bir karışım olsa da kokularını iştah açıcı bulurdum.

Kaygana
Çiğdem git hadi fırından iki tane taze ekmek hamuru al gel.
Ya niye hep ben gidiyorum. Sen ablasın. Nefret bir şey bu ablalık, keşke bir ablam veya ağbim olsaydı.
İki hamur lütfen. Al yavrum. Sen kimlerdensin bakim. Atifet’in torunuyum ben, Çiğdem. Ha tamam bildim.
Hah getir hamurları bakim. Yak ocağın altını yağı kızartın. Hamur parçalarını koparıp yuvarlıyor sonra kızgın yağa atıyor hop pişiyor kayganalar. Bir sürü hamur kızartması oluyor masada birkaç dakikada tepsi doldu bile. Yanına bir küçük kâse içine üç kaşık şeker karıştırıyor. Başka bir şey yok.
Kayganalar şekerli suya banılarak yenir nasıl bir lezzettir çıtırdayan kızarmış içi pufuduk hamur ile o ıslak şekerli suya bulanmış dışı ağzına girince hımmm hımmm diye diye yersin. Bir tane daha bir tane daha. Yanında da demli çay olur bazen, bazen hiçbir şey olmaz.
Doydun mu ye bi tane daha. Doydum doydum tamam. A hayatta olmaz, hadi bunu da ye son.

Tavada Balık
Çoklarının nefret ettiği tavada balık kokusunun değil evi sarmasına, tüm apartmanı kaplayıp dışarı taşmasına bile bayılırım, ben. Bayılırım, çünkü bu koku, bir işaret fişeği gibidir: ‘Burada yaşayan keyifli bir aile var’ demektedir. Kimse o yağlı maceraya kendi başına atılmaz. Balık sofraları, birlikte kurulmak içindir. Anne kızartır; abla kıvırcıkları, soğanları, limonları yıkayarak koca bir kase salata hazırlar; küçük kardeş tahin helvasını paketinden çıkartır; baba ise kavunu, peyniri diler, karısı ve kendisi için buzluktan çıkardığı kristal kadehlerde iki duble rakı parlatır. Böyle yapılır,  daha doğrusu ben, öyle yapıldığını düşünmek isterim.  Küçük ailemin yüzyıl önceye dayanan geçmişinde, kardeşler hariç, böylesi pek çok keyifli zamanlar yaşanmıştır. Bizde balık bolca yenirdi. Öyle ızgarada falan pişirilmezdi, tavada derya kuzusu deyişinin hakkını verene kadar yani nar gibi kızartılır, ardından kaşla göz arasında ve afiyetle lüpletilirdi. Benim en sevdiğim balık, kalkandı. Gözleri kafasının sol tarafına sıkışmış, ürkünç çeneli, yampiri…   Akdeniz’in derin mavi tabanında hımbıl hımbıl dalgalanırken çirkin patlak gözlerine takılan ne kadar küçük balık, yengeç, larva varsa ustalıkla mideye indirirdi.  Tombul bir mekik gibi, karnı havyar dolu, önce o mavi tablaya uzanır, sonra kesekâğıdı marifetiyle evimize taşınırdı. Ben ona düğmeli balık diyordum.

Pazar Kahvaltısı
Kokladığımda birçok eski koku doluyor burnuma ve kokuyla gelen hatıralar. Pazar sabahının kahvaltıları unutulmaz benim için ve değerli. Öyle ki evde tolere edemediğim belki de tek şey, Pazar sabahları kahvaltıda olmamak. Bu kahvaltıları süsleyen börekler, pişiler, gözlemeler yanında öyle bir tat vardı ki hımmm. Sarımsaklı yoğurt dökülmüş sıcak patates kızartması. Üstüne de çay içince unutulmaz bir tat. Patatesler kızarırken başında bekler, elimi dilimi yaksa da atıştırırdım sıcak sıcak. Şimdilerde de aynı şeyi yapıyorum, kızartırken atıştırmaya devam. Sene de en fazla iki üç kere kızartma yesek de bunu şölene dönüştürüyorum hemen. Kardeşlerim, çocuklarımız, eşlerimiz ve annem paylaşıyoruz bu tadı.  Bir arada olmanın, pazar filmlerinin ve keyfin tadı bu günlere taşınıyor.

Özgür Pavurya
Bir gün arkadaşım seslenmişti bahçeden. Pavuryaları lavaboda bırakıp balkona koştum. Babam bağırıyordu içeriden.
Pavuryalar nerede?
Sevinçle içeri girdim. Babam iki büklüm divanın altına girmiş pavurya arıyordu. İki tanesini bulduk, bir tanesi firar etmiş olmalı bahçeye, bulamadık. Özgür Bay Yengeç. Diğer ikisini babam tek seferde canlı canlı kaynar suya atıp kazanın kapağını kapattı. Umutsuz kıskaçların emaye kazanda çıkardığı çırpınış seslerini duymamak için kulaklarımı tıkadım. Tak tak tak tak. Sonra sessizlik oldu.
Sosu birlikte hazırlardık. Limon suyu, karabiber, tuz, az biraz zeytinyağı. Pişen pavuryaları bütün haline sofraya getirirdi babam. Bir de ceviz kıracağı. Ananemle annem iğrenir yemezlerdi. Babam etleri güzelce ayıklayıp başka bir tabağa tepeleme yığardı. En lezzetli kısımlar kıskaçların içinde olurdu. Beyaz löp etleri sosa batırır ağzımıza atardık. Gerçekten de çok lezzetliydi tadı. Babam kabukları teker teker, içlerinde et kalmadığına emin oluncaya kadar, emer boşaltırdı.

Kimsenin çocukluğunun tadı kaçmasın, çocuklar hep gülsün.

Füsun Çetinel

Yazı Maratonu Alıştırmaları 2

Yazı Maratonunun Sonuna Geldik

Avusrtralya, Amerika, Kanada ve Türkiye'den yüzlerce kişi katıldı bu çalışmaya. On beş gün sonunda her bir kişinin yazdığı satır uzunluğu 1750 metreyi buldu! Yazdıklarımızın uzunluğundan çok ağırlığı önemliydi benim için. Hiç aklımızda olmayan detaylar bilinçaltımızdan yukarılara çıktı. Kimimiz her gün yazdı, kimimiz aralarda katılabildi çalışmalara. Yazmak için soyunmak gerek ya, gerçekten de başardık bunu, tüm samimiyetimizle içimizdekileri sayfalara döktük. Yine hüzünlendik, yine güldük hem kendimize hem de yazılarını bizlerle paylaşan diğer arkadaşlara. Ve bu etkinliği haftalık çalışmalarla devam ettirme kararı aldık. Çok özel bir birliktelik bizimkisi, yazıkardeşliği. 

Blog üzerinden yazı alıştırmalarını ve izlenimleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. 

10. İlkler
Hayatındaki ilkleri düşün! Aklına ne gelirse listele. Ne kadar çok ilkin olduğuna şaşıp kalacaksın. Bunlar benim aklıma gelenler; ilk öpücük, ilk ev, ilk iş, ilk okuduğun kitap, ilk defa ''seni seviyorum'' dediğin zaman. Kim bilir sen neler hatırlayacaksın? Listenden bir tanesini seç ve yaz.

11. Sesler
Lise yıllarında, sivilceli suratlarla diskoteklerde, gazinolarda hangi parçalarla dans ederdin? Unutamadığına eminim! Şimdi yapacağın şey şu: Bir kâğıda birden sekize kadar numaralar yaz. Sonra ekteki ses kaydını dinle ve her numaranın yanına o sesin neye ait olduğunu bulup yazmaya çalış. Bazı sesler sana tanıdık gelebilir, bazılarını belki hiç duymamışındır. Elinden gelenin en iyisini yap. Sonra bu sekiz sesin seni hangi hatıralara götürdüğünü ufak notlarla yanlarına yaz. Ve içlerinden bir tanesini seçip derinleşşşşşşşş.
Ses kaydı https://www.youtube.com/watch?v=OLyufCIOc7k

12. Meditasyon
Evde sessiz, rahat bir köşe bul, otur ve gevşe. Bu çalışma için rahatsız edilmemen gerekiyor.
Birkaç derin nefes al ve vücudundaki gerginlikten kurtul. Şimdi gözlerini kapa, hayalinde, bugün olduğun halini gör, bu koltukta otururken bu odada. Hafifle, koltuktan havalandığını, yükseldiğini gör. Tavan yok, mavi gökyüzüne bulutlara gidiyorsun, hafifsin yükseliyorsun balon gibi. Aşağıya bildik yerlere akarken zaman, yer ve fiziksel vücudun yok oluyor. Her yeri görebiliyorsun, kilometreler ötesini.
Sağa doğru dönüyorsun çok hafif bir kapı var. Kapısı aralık, hafif bir ışık geliyor ve sana çok tanıdık bir melodi.  Başka bir odada tanıdık sesli insanlar var, kapıdan bakıyorsun hepsi çocukluğunun tanık yüzleri. Bir dirhem değişmemişler, hepsi aynı çocukluğundaki gibi. Kendine bakıyorsun sen de aynısın çocukluğundaki gibi. Kolların bacakların çocukluğundaki gibi, elbiselerin aynı.
Odadaki insanlar senin farkına varıyorlar. Biri sana doğru geliyor. Bu kişiyi çok iyi tanıyorsun. Her detayını biliyorsun, sesi nasıl, kendi nasıl. Seni içeride birlikte bir masada oturmaya davet ediyor. Masa sessiz bir odada, bir bakıyorsun üzerinde senin çocukluğunda yemeği ve içmeyi sevdiğin şeylerle bezeli, bardak ve tabaklarıyla kurulu bir masa. Çocukluğundaki gibi oturup bekliyorsun.
Geçmişten bahsediyorsunuz, eski zamanlarda yaptığınız şeylerden. Konuşma çok rahat ve doğal akıyor tıpkı yıllar öncesindeki gibi. Hoşuna gidiyor, mutlusun burada olmaktan.
Sana bir şeyim var diyor, bu kişi. Çocuk avucunun içine bir şey koyuyor. Sen o şeye dikkatle bakıyorsun.  O şeyin mesajını söylüyor sana. Unutmayacaksın bu mesajı. Kalbinde tutacaksın hep. Odadan çıkarken arkanı dönüp birlikte olduğun bu kişiye bakıyor ve el sallıyorsun. Kapıyı arkandan sessizce kapıyorsun.
Yürürken her adımın seni bugünkü yaşantına, yaşına biraz daha yaklaştırdığını fark ediyorsun. Hole vardığında bugünkü halinsin. Bulutlarda süzülüyorsun, tanıdık yerler, evin, oturduğun koltuk ve ağırlığını yeniden hissediyorsun. Koltuğunda oturuyorsun artık. Nefeslerin rahat, şimdidesin.
Hazır olduğunda gözlerini aç, derin nefes al. Kalemi kâğıdı al ve deneyimini yaz! Kimi ziyaret ettin* Bu kişiyi tanımla. Neler konuştunuz? Avucuna konan şey neydi?  Mesaj neydi?
Yazmaya başla!

13. Mektup
Elektronik postalardan önce kalem, kâğıtla mektuplar yazardık sevdiklerimize. Posta kutusundan faturaların arasından çıkan bir mektup başka hiç bir şeyin yerini tutamaz! Evet, kalemi kâğıdı hazırla. Düşün bakalım, geçmişten kiminle haberleşmek isterdin? Hala yaşayan ama izini kaybettiğin biri olabilir, uzun zaman önce aramızdan ayrılan biri... Ona bugünkü yaşamını anlatabilirsin, geçmişte yaşadığın bir kırgınlığı düzeltmek için yazabilir veya bir şey için teşekkür edebilirsin. Bu zarfı postaya vermeyeceksin. Mektup yazarak içini dökeceksin. Kendini serbest bırak, kelimelerin hakkını ver. Mutlaka kâğıt ve kalemle yaz!

14. Sevgililer Günü
Bugün konumuz aşk, ilk veya son aşk, bir deneyim, hayal kırıklığı, sevgi, sevginin her çeşidi, kedi, yazı, öykü, bisiklet. Tutku belki de... Yapmayı çok sevdiğin bir şey. Sevdiklerin hep seninle olsun.

15. Spor Hayatım
Başlığımız yazı maratonu, bu son alıştırma da sporla ilgili. Sporda yenildiğin veya yendiğin bir anı düşün. Ne amaçlamıştın, ne oldu? Sporla ilişkin nasıldı hayatın boyunca? Yapmanı kim istemişti, nasıl başlamıştın, nerelere geldin? Hep iyi miydin? Eğlenceli olacağa benziyor...

Ve İzlenimler...

Ayşecan 
Anılar ve anıları yazmak. Daha önce denediğim ama içine dalmaktan haz etmediğim bir çalışma idi. Bu sefer ne oldu tam olarak çözemiyorum. Daha önce de başkaları ile birlikte yazıyordum ama bu sefer hiç zorlanmadan kendi akışında çıkıyor yazılar. Üzerinde çalışılmamış yazılar. Hiç biri rahatsızlık vermiyor üstelik. Her hatıra bir şeyleri çekiştirip getiriyor. Bambaşka bir hayatı kendi hayatım olarak anlatır gibi oluyorum. Ama her şey çok doğal gerçekleşiyor. Bu kısmı özellikle çok ilginç geldi. Ve çocuk yanım yanımda hazır duruyor. Bana başka soracakların var mı der gibi. İçimden, kendi hayatımdan temel alarak kurgu ne çok hikâye çıkabileceğini görüyorum. Sevdim bu çalışmayı. 

Reyhan
Bir süredir yazamıyordum. Bu maraton başladığında heyecan duydum. Yeniden yazmaya zaman ayırabilmek, üstelik yazdıklarımı çoğunu maraton sırasında tanıyıp sevdiğim birbirinden güzel yazan arkadaşlarla paylaşmak bir armağan gibi geldi bana. Sonuna yaklaşırken maratonun zorladığı tempoyu ve aracı olup açığa çıkardığı ruhu çok arayacağımı hissediyor, şimdiden üzülüyorum. Teşekkür ederim. 

Ayşegül
Bu maraton çalışması benim için bir eşzamanlılık. Maraton öncesi Yeşim Cimcoz hoca ile öykü kitabı çalışmasına başlamıştık. Maratonda yazmaya başlayınca kendime dair unuttuğum ne kadar şey varsa hatırlamaya başladım. Öyküleri besleyecek bir dolu şey varmış heybemde, hepsi birer birer ortalığa döküldüler. Ama en güzeli ne biliyor musunuz ne arkadaşlar? Ben Füsun Çetinel’i sadece iki saat gördüm. Diğerlerinizi hiç tanımıyorum. Yazdınız okudum, yazdım okudunuz. Yorumladınız, hislerinizi paylaştınız. Maraton o kadar değerli bir çalışma oldu ki benim için. Sizler de yorumlarınızla yeni girdiğim bir hayat planında ufkumu açtınız. Hepinize canı gönülden teşekkür ediyorum. Ben iyice gaza geldim ve Yeşim Cimcoz Yazı Evinde, Öyküde ve Romanda Kurgu atölyesine başlıyorum.

Rehan 
Ben bugüne kadar sadece teknik yazılar yazmış, bir mühendis, sol beyin insanıydım. Kitaplar çocukluğumdan beri hayatımın vazgeçilmezleri olduğu için, yazabilmeyi  hep dilemiştim. Ancak bu konuda hiç bir eğitim almadığım gibi, karışık bir zihnim, özgüven noksanlığım bir ton çekincem vardı. Maratonu görünce katılmayı çok istedim ama bir o kadar da çekindim. Niyetim sadece sizleri okumak ve feyiz almaktı. İlk gün öğretmen yazısını yazdım ve fakat cesaret edip yollayamadım. Sonra ikinci gün, üstüme bir cesaret geldi. Kaybedecek neyim vardı ki? Ya herrü ya merrü diyerek yolladım yazımı. Sonrası malum işte, düşe kalka koşuyorum ekiple. Ben bu grubu, maraton olayını çok çok sevdim. Beni mutlu ediyor. Zihnim açıldı, ellerim açıldı sanki. Bir de yazdıkça ferahladığımı görüyorum. Konunun sabah verilmesi, bir temaya yoğunlaşmak çok yardımcı oluyor. Sonra tabii o konuda farklı kalemleri okumak inanılmaz keyifli ve faydalı. Keşke bu çalışmaya benzer şeyleri daha sık yapabilsek. Kısacası ben bu ekibi ve çalışmayı çok faydalı, çok etkili buldum.

Funda
Beni kendi içime yönlendirip, kendimle hesaplaşmama yol açtı,  geçmişimi tekrar düşünmeye başladım ve yorumladım. Yazıyla birlikte bilip de bilmeyi istemediklerim ya da unutmayı tercih ettiklerim su yüzüne çıkmaya başladılar. Sanki ben bir filmin başrolündeydim ve kendimi perdeden izliyordum, acımasızca eleştiriyordum. Bu filmin zaman zaman iyi, bazen kötü bazen de iflah olmaz karakteriydim.

Söz Uçar Yazı Kalır
On dört gün on dört harika yazı çalışması! Heybemizde neredeyse bir kitabı dolduracak metinler var, aklımızda yazacak, yazmayı düşündüğümüz bir dolu şey. Bu çalışmaya katılan arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler, onlarla birlikte ben de yazdım ben de büyüdüm.

Füsun Çetinel



Yazı Maratonu Alıştırmaları 1


Yazı Maratonu Devam Ediyor...

Dokuz günün sonunda aşağı yukarı 1000 metre uzunluğunda bir satıra yazı yazdık! Az buz değil. İş güç, hayat gailesi vız geldi tırıs gitti. Adı üzerinde, Hayatım Roman Yazı Maratonu. Disiplini bozmadık, durmadık yazdık. Birbirimizin yazdıklarını okuduk, duygulandık, kimi zaman ağladık kimi zaman güldük. Kendi unuttuklarımızı hatırladık. Utanmadan sıkılmadan soyunup tüm samimiyetimizle yazdık. Belki sizler de yazmak istersiniz diye dokuz günün alıştırmalarını paylaşıyorum.

1. En Etkilendiğim Öğretmen
Liste yapmak günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız yararlı bir alışkanlık. Bilgi toplamanın da en kısa yolu. Alışveriş listesi, sınıf listesi, arkadaş listesi, ilaç listesi. Kronometreyi beş dakikaya ayarla ve listele! Senin üzerinde çok büyük bir etki bırakan öğretmenin hakkında aklına ne gelirse, cümle kurmadan kelimelerle listele. Nasıl biriydi? Nasıl kokardı? Ne giyerdi? Nasıl konuşurdu? Sadece cevaplarını bildiğin şeyleri yazmak zorunda değilsin. Bildiğin bilmediğin her şeyi listele! Sonraki bir kaç dakikada bu listeyle öğretmeninin kısa bir hikâyesini yaz!

2. Groundhog Day - Dağsıçanı Günü
Her yıl 2 Şubatta, Amerika'da Dağsıçanı Günü kutlanır. Pennsylvanya'da sabah 7.20'de Punxsutawney Phil kovuğundan çıkıp kışın bitmesine ne kadar kaldığını bildirir. Altı hafta daha! Bu tür tahminlere ne kadar değer veriyorsunuz? Kırık ayna, siyah kedi sana şanssızlık getirir mi? Kaşınan avucuna hiç para geldi mi? Güneş girmeyen eve doktor girer mi gerçekten? Merdiven altından korkmadan geçer misin? Bugün batıl inançlardan, inançlardan, kalıplardan bahsedelim biraz da. Ama ilk önce Groundhog Day nedir araştır!

3. Yazmak Çok Eğlenceli
Bugün yazında devrim yap! Bilgisayarda yazıyorsan karakterleri büyüt, fondu değiştir, renklendir. Deftere yazıyorsan bambaşka renklerle yaz. Yazının içeriği nasıl da değişecek. Bugün, sevdiğin veya sevmediğin bir özelliğini yazacaksın. Bu vücudundaki bir iz, ben, yara, et beni veya siğil olabilir. Karakter özelliğin olabilir, inatçı, asabi, hayır diyemeyen... Davranış olabilir, tırnak yemek, tik. Seni engelleyen veya benzersiz kılan bir özellik. Seni diğer insanlardan farklı kılan bu özelliğini anlat. Nasıl hissediyorsun? Elinden gelseydi değiştirir miydin? Patricia'nın sağ baldırında bir doğum lekesi varmış. Gençliği boyunca annesi etek boyunu ona göre ayarlamış. Kızın başına dert olmuş leke:)

4. Hafıza Envanteri
Bugün hafıza envanterinde şöyle bir gezintiye çık! Geçmişten gelen eşyaların ve hikayeleri. Bu eşya sana çok eski aile büyüklerinden kalmış olabilir. Veya onu yaşamının bir evresinde çok beğenip satın almış olabilirsin. Sana anlam ifade eden herhangi bir eşyayı seç. İlk önce bu şeyin fiziksel tanımını yap ki okuyucun gözünün önüne getirebilsin. Sonra da anlat. Bu eşyanın ilk sahibinin yaşadığı zaman ve yer? Sana kim verdi? Senden önce başkasına mı aitti? Sana ne ifade ediyor? Nerede saklıyorsun veya sergiliyorsun? Dolap köşelerinde bir yerlerde mi gizli yoksa salondaki büfe üzerinde mi? Patricia'nın hazinesi ananesinden kalma beyaz çiçekler ve koyu yeşil yapraklarla bezeli muhteşem bir cam sürahi. 1933 yılında evlenen ananesine evlilik hediyesi olarak gelmiş. Sadece çok özel zamanlarda kullanıyor...

5. Çocukluğun Tadı
Bazen yazarken beş duyumuzu kullanmayı unuturuz. Tat, dokunma, duyma, görme, koklama duyularımız var. O zaman, bir şeyi tanımlarken niye hepsini kullanmayalım. İlk önce çocukluğunun yemeklerini listele. Sadece kelimeler. Sonra listeden bAir tanesini seç ve onu etralıca yaz. Bu yemek niye çocukluğunu hatırlatıyor? Tadı nasıldı? Nasıl görünüyordu? Yerken ses çıkarıyor muydu? Dokusu nasıldı? Seviyor muydun, nefret mi ediyordun? Kim pişirirdi? Özel günler için mi yoksa her gün mü pişerdi? Pişmesine yardım eder miydin? Niye sende bu kadar yer etti? Eğer bu yemeği şimdi yapabilseydin kiminle paylaşmak isterdin? Niçin?
Dikkat: bu alıştırma yemek öncesi aşırı miktarda acıkmaya yol açabilir.

6. Kısa Mesafe 
Artık atağa kalkma zamanı geldi. Bu günkü çalışma için bu yazının sonunda beş kelime vereceğim. Kelimeleri merak edip okumaya başlama lütfen! Her kelime için bir dakika yeterli. Kronometreyi ayarla. Aklına geleni yaz, kısa ve etkili, kelime yazmak veya kelime kelime yazmak en iyisi. Her şey kabul, ne kadar mantık dışı olursa olsun. Ve bu şekilde beş kelimeyi sırasıyla tamamla. Geriye dönüp oku bakalım neler yazmışsın, ne komik ve çılgınca şeyler. Bir tanesini seçip onun hikayesini yaz.
Kelimelerimiz: 1. Mantarlar 2. Kırık bir şişe 3. Rüya görmek 4. Eller 5. Matematik.

7. Hafıza Şöleni
Evet yazı maratonunun yarısına geldin ve ikinci yarılar hep daha çabuk geçer, yazmanın keyfini çıkar. Bugün fazla bir açıklama vermeyeceğim. Sadece yaşamanı istiyorum. Zaten de aşağıdaki videoyu izlemen yeterli olacaktır sanırım. Aklına yazmak için yüzlerce şey üşüşecektir. Dinle, izle ve özümse. Bir şey hatırlamaya, not almaya çalışma. Arkana yaslan ve gevşe! Yazmak için gerekli olan şey kendiliğinden gelecektir.
Video izle-- http://www.youtube.com/watch?v=c9KHo9z86rA

8. Alışkanlıkları Kırmak
Yazarlar alışkanlıkları olan yaratıklar. Kalemleri, belirli kâğıtları, masa ve iskemleleri, olmazsa olmazları var. Bugün bunlardan kurtuluyorsun. Her zaman yazmadığın bir yerde yazmayı dene! Açık havada, parkta, ormanda, deniz kenarında... Hava çok soğuksa kapalı ama farklı bir mekânda yaz! Kafe, restoran, banka neden olmasın? Belki gürültülü ve kalabalık bir restoranda. Her zamankinden biraz hızlı yaz. Günün karmaşası içinde yazacak bir yer illaki bulursun. Yazına şu cümleyle başla
'' ... olduğunda yanlış yapacağımı biliyordum.''
Cümle seni nereye götürecek bakalım?

9. Hastalıklar
Bugün konumuz hastalık! Çocukluğunda ailen hastalıklara, yara berelere nasıl tepki verirdi? Evde hazırlanan ilaçlar var mıydı? Tavuk suyuna çorba, Viks krem, bebek aspirini, veya hatırladığın başka ev ilaçları neler? Belki de hastalıklar ortada kan ve kırık olana kadar pek ciddiye alınmazdı? Çocukken, hasta ve yaralı olduğunda, nasıl tedavi ederlerdi seni, yaz!

HayatımRomanYazıMaratonu facebook sayfamıza katılabilir, günlük alıştırmaları izleyebilir ve yazarak bizlerle paylaşabilirsin. 

Füsun Çetinel

Hatırlıyorum

Yazmak İçin Hatırlamak


En çok neyi hatırlıyoruz? Ölüm, doğum, düğün, sünnet, hastalık, cenaze gibi önemli anları. Daha ufak detayları zihnimizin gerisine itmişiz, yazıya dökmekte zorlanıyoruz. Yaşam öykümüzü yazarken işte bu gizli kalmış anları bulup dışarı çıkarmalıyız.

Patricia Charpentier’in Hatırlıyorum kitabından seçilmiş yazı tetikleyicilerinden dokuzunu sizlerle paylaşıyorum. Kronometreyi on dakikaya kurun ama kendinizi kesinlikle on dakikayla sınırlamayın. Bırakın kelimeler, cümleler içinizden geldiği gibi aksın. Sırayla yazmak zorunda da değilsiniz! O gün içinizden hangisini yazmak geliyorsa onunla başlayın. Yanlış yazarım diye korkmanıza gerek yok, her şey kurmaca! Kendi hayatınız olsa bile.

1.En Çok Eğlendiğim Zaman
Büyükanne veya babanızla veya onların yerine koyduğunuz birisiyle, teyze, amca, aile dostu ile birlikte geçirdiğiniz zamanı hatırlayın. Bu kişiyle neler yapardınız? Niye bu kişiyle birlikte olmaktan mutluydunuz? Belirli bir zamanı hatırlıyor musunuz? Bu kişi nasıldı? Ne kadar sıklıkla birlikte olurdunuz?

2. En Güzel Günüm
Çocukken en çok haftanın hangi gününü severdiniz? Bu günde neler yapardınız? Haftanın diğer günlerinden farkı neydi? Bu günü kiminle geçirirdiniz? Zaman içinde en çok sevdiğiniz gün değişti mi? Değiştiyse neden?

3. O Günü Hep Hatırlayacağım
İlkokul günlerinizi hatırlamaya çalışın. Özellikle belirli bir günü, öne çıkan bir olayı hatırlayın. Bu zamanı tasvir edin. Bütün bu yıllar boyunca niçin aklınızda kaldı? Bu olumlu mu, yoksa olumsuz bir anınız mı?

4. Çocukluk Odam
Çocukluk odanızı gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Birden fazla odanız olduysa en çok aklınızda kalanı seçin.  Kendinizi odanın ortasında hayal edin. Nasıl bir odaydı? Orada kendinizi nasıl hissederdiniz? Size ne ifade ederdi? Sadece bir uyku yeri miydi, yoksa başka şeylere de yarar mıydı? Odada neler vardı? Detaylara gir! Odanı hiç birileriyle paylaştın mı? Pencereden baktığında ne görürdün? En güzel tasvir, sadece görme duyusuyla değil, tüm duyularla yapılandır! Odandaki cisimlere dokunduğunda neler hissederdin? Hangi sesleri duyardın? Burnuna hangi kokular gelirdi?

5.Karakterim
Yaşadığın yerdeki karakterin kimdi? Karakterini istediğin gibi tanımla, komik, garip, eksantrik, acayip, vs. Bu kişiyi niye karakterin olarak tanımlıyorsun? Bu kişi niye sende iz bıraktı? Bu kişiyi nasıl tanımıştın? İlişkiniz nasıldı? Herhangi belirgin bir olay yaşadınız mı? Şehrinizdeki diğer insanlar bu karakter hakkında neler düşünürdü? Başkaları bu karakter hakkında fikir sahibi olmanıza yardımcı oldu mu? Eğer olduysa bu kimdi ve sizi nasıl etkiledi?

6. En Önemli Başarım
Çocukluğunuzun en önemli başarısı? Bu nasıl oldu? Bu başarıya ulaşmak için neler yaptınız? Size ne anlam ifade etti? Bunun karşılığında bir ödül aldınız mı? Aldınızsa neydi bu ödül?

7. Kendi Param
Çocukken kendi paranızla aldığınız ilk şey neydi? Satın aldığınız şeyi detaylı bir şekilde anlatın. Bunu niye almak istediniz? Nerden aldınız? Parayı nereden buldunuz? Bu şeyi sonra ne yaptınız? Sonradan aldığınıza memnun mu oldunuz, pişman mı?

8. Beş Şey
Sel veya hortumdan kaçarken yanınıza almak istediğiniz beş şey nedir? Aile fertleri ve evcil hayvanlarınız dışında! Bu şeyleri niye seçtiniz? Detaylı bir şekilde bu beş şeyi anlatın. Bunların özellikleri nelerdir? Bunlar olmazsa ne olur?

9.Hikâyeyi Tamamla
Bir zamanlar…

Facebook grubumuz var
1 Şubatta başlayıp 14 Şubatta sona erecek yazı maratonu için HayatımRomanYazıMaratonu
facebook grubumuza katılabilir, yazı alıştırmalarını ve diğer haberleri oradan takip edebilirsiniz.

Füsun Çetinel

Hayatım Roman Yazı Maratonu

Şimdi hayatınızı yazma zamanı! 

Patricia Charpentier, herkesi hayatını yazmaya davet ediyor. İnanmayacaksınız ama ondört gün sürecek olan yazı maratonu  ücretsiz! Evet, doğru okudunuz. Tek kuruş bile ödemenize gerek yok. Tek yapmanız gereken biraz vakit ayırmak. Sonunda hayatınız değişebilir. Bu eğlenceli maraton 1 Şubatta başlıyor.

Yapmanız gerekenler

Her gün bir şeyler yazmak. Bir paragraf, bir sayfa veya on sayfa. Her gün 500 kelime yazmanızı öneriyor Patricia. Bu da önlü arkalı, çift aralıklı yazılmış, iki A4 sayfası demek. Ama bilin ki ne kadar yazarsanız yazın, bu sizin için muhteşem bir başarı olacak.

Ondört gün boyunca her gün hatıralarınızı canlandıracak çağrı mesajları gönderilecek sizlere. Bunlar sizi, yazmayı bile düşünemeyeceğiniz bambaşka hikâyelere sürükleyecek.

Forumda diğer katılımcılarla online irtibatta olacaksınız ve isterseniz yazılarınızı paylaşabileceksiniz. Soru sorabilir, diğer katılımcıların yazılarına yorum yapabilirsiniz.

Bu maraton boyunca size günlük bazı yazma ipuçları ve yazmaya devam etme cesareti verilecek.

İngilizce biliyorsanız şanslısınız!

Yapmanız gereken tek şey alttaki linke tıklayıp kayıt formunu doldurmak. Sonra da 1 Şubatın gelmesini beklemek.

http://writingyourlife.org/writing-challenge/


İngilizce bilmiyorsanız yine şanslısınız! 

Ben sizler için  Hayatım Roman yazı maratonunu kelimesi kelimesine tercüme edip burada paylaşacağım. Kendi aramızda mail grubu kurup yazılarımızı Türkçe olarak paylaşabiliriz.

Patricia Charpentier kimdir? 

Central Florida Üniversitesinde Yaratıcı Yazarlık eğitimi aldıktan sonra Louisiana State Üniversitesinde Gazetecilik yüksek lisansını tamamlamıştır. Yazı koçu, editör, yazı eğitmeni, gazeteci ve fotoğrafçıdır. Yüzlerce kişiyle, çocuklarına, torunlarına ve gelecek nesillere miras bırakmaları için, yaşam öykülerini yazmalarında yardımcı olmuş, hayalet yazarlık yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.
Daha detaylı bilgiyi buradan edinebilirsiniz.

http://writingyourlife.org/

Ben çoktan kaydımı yaptım ve elimde kalemim 1 Şubatın gelmesini bekliyorum. Bu arada boş durmuyorum tabi, dünya dönmeye devam ettikçe yazacak çok şey var.
 
Füsun Çetinel

Yeşim Cimcoz Yazı Evi

Yazı Evi Nedir? 


Yazı Evi yazarın sığınağıdır. Kendine ait odasıdır.

Yazar bu evde kimseye ne yazdığına dair hesap vermek zorunda değildir.

Çoluk çocuğuna yemek hazırlamaz. Aklı dağ gibi çamaşırda, ütüde kalmaz. İçeriden kimse ''anneee tişörtümü gördün mü, anneee yemek hazır mı'' diye seslenmez, eteğini çekiştirmez.

Kapıcı çöpü olmaya, postacı başka dairelerin mektuplarını, faturalarını vermeye zırt pırt gelmez.

Birileri hep çay kahve yapar. Kek, börek getirir. Bereketi boldur.

Kütüphanede Türkçe, İngilizce yazmaya dair türlü kitap bulunur. İnternet vardır. Kalem vardır. Odalarda sizin gibi, sizi anlayan başka yazarlar çalışır, araştırır ve yazar.

Atölyeler, seminerler, söyleşiler, masal geceleri düzenlenir.

İlham ve perileri,

Kapalı kapıların ardında yazma cesareti, inanç, ben de yazabilirim duygusu,

Saçmalama hakkı vardır.

Kadıköy’ün tam ortasında, Nazım Hikmet Kültür Merkezinin arkasında, sokaklarında sahafları,

Kapısında tekir kedisi,

Perşembe sabahları sokaktan geçen baba kız akordeoncusu,

Geleni gideni, sürprizi, turuncu bir duvarı, sevimli perdeleri, cam önü sallanan koltuğu,

Kelimeleri, 6 dakikaları, kahramanı, masalı, edebiyat sohbetleri, öyküsü, hikâyesi vardır.

Kahkaha, gözyaşı ve anlayış vardır.

Kadını, erkeği, genci, yaşlısı herkesi kucaklar, ayırım yapmaz.

Öykünün Ev Hali’nin çıkış noktasıdır, kısacası yazarların ev halidir.

Lütfen detaylı bilgi edinmek için siteyi dikkatlice inceleyin
http://yazievi.yesimcimcoz.com/

Füsun Çetinel




Öykünün Ev Halinde Neler Oluyor?


Sahicilik ve içtenlik
Niçin bazı yazarları tercih ettiğimi, neden döne dolaşa aynı yazarların eserlerini okuduğumu düşününce, yukarıda belirttiğim iki özelliğin benim için iyi bir öykünün veya romanın vazgeçilmezleri olduğunu bir kere daha anlıyorum.

Sait Faik ile el ele tutuşup Burgazada yollarında onun gördüklerini görmeyi, görmediklerini ise ona gösterebilmeyi, Kafka’nın atkısını boynunda sıkılayıp onu Berlin parklarının ve babasının soğuğundan koruyabilmeyi, Camus ile bir Paris kafesinde oturup benliğimin çamurlu sularına dalmayı, Tezer Özlü ile Boğaziçi Köprüsünün korkuluklarından sarkarken gözümü ardına kadar açabilmeyi, hep o yazarların sahicilikleri ve içtenlikleri yüzünden istiyorum. Başka samimi yazarlar yok mu diyeceksiniz. Var, olmaz mı hiç? Yoksa dünya çekilmez bir yer olurdu gerçekten.

Bir atölye yürütme fikri ortaya çıktığında, ki bunun tek suçlusu sevgili Yeşim Cimcoz’dur, şöyle düşündüm. Bu öyle bir atölye olmalıydı ki, yazıevine yakışmalı, onunla bütünleşebilmeliydi. Bir solakların, bir de öykücülerin kafası farklı çalışır. Canım Sait Faik, meyhanede parmağında kadın yüzüğü taşıyan adamdan nerelere varmıştır. Hey gidi günler.

Sıradan bir solak ise Gangnam style’dan yola çıkıp Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Oğuz Atay’ın doğu batı meselesine varabilir. Hele ki ikizler burcundansa… Bakınız, Öykünün Ev Hali videoları, youtube.

İşte Öykünün Ev Hali de bu tarz bir beyin fırtınasıyla ortaya çıktı
Neredeyiz? Yazıevi. Yazının evi. Yazının evinde öykü. Sıcak. Samimi. İçten. Ev de öyle. Pijama. Gecelik. Eşofman. Rahat. Saç baş bir tarafta. Çay. Kahve. Kanepe. Kitap. Biraz gazete. Belki film. Arada telefon. Arkadaşlar. Gelen giden. Yemek, mutlaka yemek. Fındık, fıstık. Biraz pinekleme. Fonda müzik. Çamaşır, sonra belki ütü. Arada mesajlar. Facebook. Twitter. Ev hali işte. Dağınık. Olduğun gibi. Kasma yok. Biraz oradan biraz buradan. Tamam o zaman, Öykünün Ev Hali.
Tam da böyle bir şey istiyordum

Katıldığım atölyelerde bulamadığım şeyi vermek istiyordum yazıevine geleceklere. Onlara, kabul görmüş yazarların da hata yapabileceklerini, edebiyattaki tabuları yıkmayı, eleştirmenleri sorgulamayı, yani samimiyeti göstermek, onlarla birlikte edebiyattan zevk almak istiyordum. Diğer atölyelerdeki katılımcıların birçoğu yanlış bir şey söylemekten, hata yapmaktan ölesiye korkarlar, fikirlerinin arkasında duramazlar. Öğretmen ne derse tasdik ederler, çabuk pes ederler. Kısacası sahici ve içten olmayı bir türlü beceremezler. O zaman da yapılan iş edebiyat olmaktan çıktığı gibi, yazmaları, üretmeleri de güçleşir veya basmakalıp metinler üretirler.
Standart bir program yok.

Öykünün Ev Halinde önceden hatları çizilmiş standart bir program yok. Öykü nasıl kısa bir ana yoğunlaşıyorsa, bizim atölyemiz de aynı şekilde ana yoğunlaşıyor. Her hafta gazetelerden kestiğim kışkırtıcı yazılar, defterime not aldığım bir duvar yazısı, metinler arası akrabalığın görülebileceği ama o zamana dek fark edilmemiş birkaç öykü, seminer notlarım, kitaplardan alıntılar, ilk cümleler, bir kahve falı, kısacası yaşamın içinden ve edebiyattan parçalarla giriyorum derse. Kimi zaman diyalog tamamlıyoruz, bazen bir şiirin eksik dizelerini hayal etmeye çalışıyoruz birlikte. Rahatız, samimiyiz, ön yargılardan, kalıplaşmış doğrulardan çok uzağız. Her şeye, her fikre açığız.

Her şeyi bilmek zorunda değiliz. A, sen bu yazarı okumadın mı daha? Postmodernizm nedir bilmiyor musun yoksa gibi önyargılarımız yok. Samimiyiz. İçteniz. Mutfağımızda ne varsa masaya döküyoruz. Hep birlikte pişirip hep beraber edebiyat açlığımızı doyuruyoruz. Paylaşıyoruz.

Biz bir aileyiz. Okumayı, düşünmeyi, paylaşmayı ve yaratmayı seviyoruz. Kar kış, yağmur çamur demeden, her hafta Öykünün Ev Halinde buluşuyoruz.
Füsun Çetinel