Beni Çocukluğumdan Öp, Günhan Kuşkanat

| 1 yorum
Günhan Kuşkanat, Yeditepe Üniversitesi lisans ve lisansüstü programlarında İngilizce dersleri veriyor. İlk öykü kitabı Kış Leylekleri Doğan Kitapçılık tarafından yayımlandı. Bu kitapla Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldı. Daha sonra Kıyısız Gemiler, Evvel Aşklar Zamanı ve Beni Çocukluğumdan Öp adlı romanlarını yazdı. Sözü kendisine bırakıyorum.

Kitaplarım çok satanlardan değil. Başından beri bu böyle. Birinci kitabım Kış Leylekleri, bir öykü kitabı. Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü aldı. Ödüller genellikle tanıdık çevrelere gider diye düşünürdüm hep, beni şaşırttı bu. Kitap göçmek üzerine. Göçmek duygusu hep içimizde bizim.  Evimizden, işimizden, evliliğimizden, hatta  kendi kişiliğimizden bile olabilir bu göç. Hep başka bir şeyleri arzularız, elimizde olmayan şeyleri. İnsan  bir şeylerden kaçmayı ister.  Tabiatta olan bir şey bu. Öykünün temelinde kanadı kırık leylek Osman var. Göçemeyen, gidenlerin arkasından bakan leylek. İkinci kitabım, Kıyısız Gemiler. Üçüncü kitabım tarihi bir roman, Evvel Aşklar Zamanı. Dördüncü romanım ise Beni Çocukluğumdan Öp.

Yeterince istersen yazabilirsin!
Yazı ve yazmak konusuna dönersek size kendi başımdan geçenleri anlatayım. Az çok gitar çalarım. Beni dinleyenler, ay ne kadar güzel çalıyorsun, derler. Bunun koca bir yalan olduğunu bilirim. Yeterince çok istemişsem eğer çalabilirim. Arzu olduğu zaman becerebiliyor insan. Parmaklarım kanardı ilk çalmaya başladığım zaman, saatlerce çalışırdım. Yazma serüvenine üniversite yıllarında üç arkadaş birlikte başladık. Çok okuyan, okuduklarımızı birbirimizle paylaşan, odalara çekilip okuduklarımızı düşünen gençlerdik. Hep güzel şeyler okuyunca yazdıklarımı beğenmedim, kızdım, kitapları duvarlara fırlattım. Ne kadar güzel yazmış, niye ben böyle yazamıyorum, diye. Hepimizde okuma tadı, lezzeti gelişti.

Sizde de ciddi bir estetik anlayışı var. Rafine zevkleriniz, birikiminiz var. Bunları size kimse öğretmedi. Okuyarak, yaşayarak, düşünerek geliştirdiniz bunu. Yazı da böyle işte.  Okuyorsun, bazen yazdıklarını beğenmiyorsun.

Yazıya başladım, bir dosyam oluştu. Yeditepe Üniversitesinde çalışmaya başladım. Cevat Çapan’la karşılaştım orada, kendisi hiç hocam olmadı. Bir gün konuşuyoruz. Dosyam var acaba bir bakabilir misiniz, dedim. Elbette, dedi. Çok yoğunum hemen bir cevap bekleme yalnız. Tamam, dedim. İki ay sonra, okudum gel, dedi. Koşa koşa kendisine gittim. Pek heyecanlıydı, genelde sakindir. Çok hoş şeyler söyledi yazdıklarım hakkında. Dosyam Doğan Kitap’a gitti ve Zeynep Çağlıyor bana beş yıllık bir sözleşme teklif etti. Uçarak kabul ettim bu teklifi.

Diğer arkadaşım Hakan Yaman, Fotoğraftaki Kadın romanıyla 2009 Yunus Nadi ödülünü kazandı. Mustafa Özcan Kanada’da yaşıyor. Edebiyat üstüne eleştiri yazıları ve senaryolar yazıyor. Derinleşme onu yazamamaya götürdü. Der ki sol omzumun üzerinde iğrenç yeşil bir maymun oturuyor. Mustafa derinleştikçe, maymun beslenip büyüdü. Onun yazmasını engelliyor.

Yazı geliştirici bir şey, peki ya gelişmeyen yazarlar? Ona gelişememe diye bakmıyorum ben. Kötü edebiyat var ama kötü yazar var diyemem. Yazdıkları bana hitap etmiyor diyebilirim ancak.

Yazıya kendi sesini vermek çok önemli. Ben derdim ki ilk kitabım çıksın, ölebilirim. Öyle olmuyor tabi. Yazmaya devam ediyor insan. Daha fazlasını istiyor hep. Cevap Çapan ilk kitabımın önsözünde yazmıştı. Benimki huzursuzluk edebiyatı. Benim için edebiyat eğlence için yapılan bir şey değil. Benim için yazı, şiir, öykü insanı yoran, alnından duvara çivileyen bir şeydir. Arabesk edebiyatı kastetmiyorum tabi. İnsanın içinde olan çatışmalar var. İçimde başka bir Günhan var, aşağıda bir yerlerde, kımıldadıkça hissediyorum onu. İçimizde belirli yüzdelerle hastalıklı yanlar var, yüzde üç veya beş. Paranoya, şizofreni gibi. Ben paranoid tarafımı canavar gibi içimde saklamışımdır hep.

Yazı aynı zamanda soyunmaktır, çıplak kalabilmektir. Ketum insanlar yazarlar. Sevinçlerini, kederlerini, dertlerini kendi içlerinde yaşarlar. Yine de soyunabilirler. Korkularımı hep kitapların içine saklamışımdır.

Postmodern edebiyat susan edebiyattır
Tolstoy döneminde, Fransız Rus edebiyatında yazarlar feylezof adamlardı. Okuyucu yazarlardan feyiz alırdı. Ben öğretiyorum, okuyucu sizler öğreneceksiniz, derlerdi yazarlar. Şimdi ise yazar kadar okur da filozoftur. Yazar ahkam kesmez, çağın şartlarına uymaz bu. Sorular sorar, susar. Cevap vermez. Okuyucu kendi cevabını düşünür, hatta soru bile sormaz bazen. Sadece sorun vardır. Yazı gevezelik etmez. Onun için fotoğrafı çok severim.

Zaman zaman gece üçte uyanır kalkarım. Beynime hücum eden kelimeleri yazmakta zorlanır elim, beynimin hızına yetişemez. Bu bana olan bir şey. Herkese böyle olacak değil ama olmayacak da değil.  Ben de şizofren bir yan var biliyorum. Yazdığım karakter benim arkamda yürür. Böyle bir karakter gerçekte var mı?
Kitap katmanlı bir şey. Roman iç içe girmiş hikâyelerden oluşur. Ana hikâye devam ederken altta başka hikâyeler süregelir. Romanı yazarım sonra defalarca geri döner bazı yerleri siler, belirsizleştiririm. Evvel Aşklar zamanında yaptığım gibi.

Bir kelebek sanki omzuma konup konuşuyor ve bana hikâyeler anlatıyor. Hikâyeler kendini yazdırıyor. Çok tuhaf bir duygu. Aklımda yazmak yokken birden bire bir hikâye geliyor yavaş yavaş. Bir gün uyanıyorum başlangıcı, ikinci gün devamı ve üçüncü gün sonu şekilleniyor. Oturup yazmak zorunda kalıyorum.

Uykuları tuhaf bir adamım ben. Sağdan sola dönerken bile uyanığımdır. Bir gecede otuz kırk defa uyanırım. Travmatik bir çocukluğum var. Gerçekte herkesin çocukluğu travmatik. Herkesin travması kendine. Tüm yaşadıklarımdan sonra katil de olabilirdim, ben yazar oldum. Zaman zaman çocukluğum içimden çıkar. Beş yaşlarımdaki bir anı hatırlarım. Uykudan kalkmışım, daha tam uyanmamışım. Anneme gidiyorum salona. Başımı göğsüne yaslamışım. O birisiyle konuşuyor, ben hayal meyal duyuyorum onu. Sesinin titreşimlerini hissediyorum daha çok. Ve çok mutluyum. Beni birisi öpecekse eğer çocukluğumdan öpsün lütfen.

Benim de asıl yazma meselem var tabi. İlahi adaletin olduğuna inanıyorum. Dünyada bu kadar haksızlık, kötülük varken. İnsanlar için haksızlığa katlanmayı kolaylaştırıyor ilahi adalete inanmak. Her şeyin bir sebebi var diyorlar. Mutlu olabiliyorlar böylece. Arkadaşım Mustafa tam bir tanrı tanımaz. Benim için iki uç da sofuluktur. Yoktur, vardır bunlar sofuluktur. Neye dayanarak söylüyorsun bunu? Ben olsun istiyorum. Ortada bir noktadayım. Buradaki adaletsizliğin öbür dünyada çözüleceğine inanmak istiyorum. Hala öfkeliyim, kırgınım, rahatsızım.

Haksızlıklara kırgınım. Ben altmış veya yetmiş yıllık bir ömürde yenileceğimi biliyorum. Ama sonunda iyi yenilmek var.  Bana meşhur olmak, bilinmek kaygısı bir şey ifade etmiyor. Evrenin bütünlüğü içinde aslında bir hiçiz hepimiz.
Lisedeyken komünisttim, sıklıkla dayak yerdim okulda. Arkadaşlarla okuldan kaçar, sandal kiralardık. İyice açılırdık kıyıdan. Var gücümle, faşistler, diye bağırır kıyıya rahatlamış ama sesim kısılmış dönerdim. Ben içimde olanları bağıran bir insanım. Kimseyi eğlendirmek için yazmadım. Bazen çok samimi bir arkadaşıma rastlarım. Sorarım, son kitabımı okudun mu, diye. Bu aralar çok sıkıntılıyım, senin kitapların beni boğuyor, okuyamadım, der.

Evvel Aşklar Zamanı tarihi bir roman. Takuyüddin isminde bir karakter var. Optik konusunda çok bilgili. Osmanlı imparatorluğu döneminde yaşamış. III. Murat’a hizmet etmiş. Bilimsel gözlemler yapmış. III. Murat’ın farklı kadınlardan yüz otuz çocuğu var. Ben şöyle yaptım. III.Murat’a var olmayan Nagihan isminde bir kız kardeş kurguladım. Yazar zaten olmayan kasabalar, köyler, şehirler, karakterler yaratır. Adamı ete kemiğe büründürüyorsun, sevinçler, korkular veriyorsun. III.Murat tuhaf bir adam, Nagihan’la aralarında ensest bir ilişki var. Osmanlı içerisinde hep olduğunu düşünmüşümdür. Takuyüddin’i ise son derece çirkin yarattım. İki aşırı uç, Nagihan ve Takuyüddin. Biri çok güzel biri çok çirkin. İkisi  arasında da daha farklı hayranlığa dayalı bir ilişki var. Böyle ilerliyor kitap.

Bir ikilem içindeyim. Hem çok okunmak istiyorum hem de kendimi çok ortaya koymak istemiyorum. Sosyal medyayı sevmiyorum. Onun için de katılmıyorum hiçbir şeye. Bana göre değil. Kedileri mi? Çok severim, çocukken her şeyimi onlara anlatırdım.

Öykü kitabı yazmak zordur. Bir kitapta on beş, on sekiz öykü olur. Her öyküde üç karakter olsa, kırk beş karakter eder. On beş de ayrı hikâye. Zor iştir. Fazla gevezelik sevmez öykü.  Şiir de gevezelik sevmez. Öykü ayrıca hata kaldırmaz, hemen göze çarpar.  Bana göre Borges en büyük hikâyecidir. Kış Leylekleri adlı öykü kitabım samimi bir kitap. İlk iki kitabım daha çıplak kaldığım kitaplar. Daha sonrakiler yazıya odaklı şeyler. Masumiyet sonraki kitaplarda kayboluyor. Şu sıralar yazacağım romana yönelik okuyabiliyorum ancak. Çok rezil bir şey.

Yazın arkadaşlar! Lütfen yazın
Şöyle bir anım var. Mustafa’yla bir akşam kafaları çektik. Yürümeyi severiz, Moda’ya kadar yürüdük. Ressam bir kız arkadaşım oturuyor burada uğrayalım, dedi. Peki, dedim. Bize kahve yapmaya mutfağa gitti kız. Biz salonda oturuyoruz. Sehpada bir albüm gördüm. Eski püskü, bin dokuz yüz kırklardan kalma fotoğraflar var içinde. Altlarında uzun izahatlarla tarih ve yer yazıyor. Çok etkiledi beni. Ne kadar güzel, dedim. Kimin bu, diye sordum. Sahibi yok, bir eskiciden satın aldım, dedi ressam kız. O güzelim albümü kimse sahiplenmemiş, göz nuru ve emeği yok olmuş kadının. Fakat kaybolmamış. Ressam kız salıncakta sallanan bir kadının tablosunu yapıyor ve oradaki gülümseme albümdeki kadının gülümsemesi. Onu alıp tabloya oturtmuş. Kadının suratı, gülümsemesi orada yaşıyor, çoğalıyor. Siz de yazın, ya da fotoğraf albümü yapın ve güzel yenilin. İz bırakın. İlla edebi kaygılar olmamalı. Aklınıza ne gelirse yazın.

Benim kitaplarım da güzel yenilmek üzerine yazılmış kitaplar. Dünyada kaybetmek diye bir şey yoktur ki zaten. Ben kimseyi mutlu etmek için yazmıyorum. Mesaj verme kaygısı da taşımıyorum. Sadece yazarak yaşıyor ve çoğalıyorum.

1 yorum :

  1. Bugün Beni Çocukluğumdan Öp'ü aldım. Okumaya başladım. Evvel Aşklar Zamanı'nın baskısı tükenmiş:((

    YanıtlaSil