Bizim evin bir Müfit abisi vardı
Babası, ananemin çocukluk arkadaşıymış, erken yaşta vefat etmiş. Ailesi yoksulluk içinde kalmış. Herkes umudunu bu oğlana bağlamış. Okuyacak, adam olacak, dağılan ailesini kurtaracakmış. Orman Fakültesinde okumak için İstanbul’a gelince, gidecek başka yeri olmadığından, evimizin zorunlu bir ferdi oldu. Ananem hep önünde arkasında durdu, üstüne titredi biricik emanetinin.Müfit abi lüle saçlı, kocaman gülüşlü, patates burunlu, kepçe kulaklı, mülayim biriydi. Üstünde kendisine bol gelen ceketi, sanırım babamın eski ceketlerinden biriydi, altında ütüsü bozuk çuval gibi pantolonu ile çok sevdiğim çizgi film kahramanlarına benziyordu. Öğrenciliğinden arta kalan zamanlarında bizim evde takılır, ananemin pişirdiği dolmaları, imambayıldıları, içli pilavları midesine indirir, salonun ortasına kurulan yer yatağında gelen gidene aldırmadan günlerce gecelerce uyurdu. Bazı günler, aniden çıkar gelir de evde bizi bulamaz diye, anahtarı köşedeki Laz bakkala bırakmamız gerekir, annem ‘ne işi var evin anahtarının el âlemin bakkalında,’ diye söylenirdi.
Babamın uzun gemi yolculukları yüzünden evde olmadığı zamanlar, onun ‘robe de chambre’ ını giyip bize orman hayatını, hayvanları, ağaçları hiç bilmediğimiz bir dünyayı anlatırdı. Ona sokulunca babamın kıyafetlerindeki tanıdık deniz kokusu gelirdi burnuma. Sabah gözlerimi açar açmaz, soluğu yanında, salondaki yer yatağında alırdım. Öyle derin uyurdu ki, ittirip yanına sokulduğumun farkına bile varmazdı. Bir süre sonra kımıltısız durmaktan sıkılır, sağa sola dönerek uyandırırdım onu. Ananem yumurtalı ekmekleri kızartana kadar her şeye gülüp dururduk. Sonra o yine bitmeyen iştahı ile sofrada ne varsa yer bitirirdi.
Annem Müfit abiyi hem sever, hem de habersiz geliş gidişlerinden, yemekleri bitirmesinden, teklifsizce babamın kıyafetlerini giymesinden, salonu kendi yaşam alanına çevirmesinden bezer, kendisiyle yüzleşemez, ne zaman gidecek bu çocuk, diye ananemi didiklerdi.
Altından kalkamayacağı iş yoktu Müfit abinin. Bir çırpıda ampulleri değiştirir, atan sigortalara tel sarar, kömürlükten kova kova kömür taşır, en ağır piknik sepetlerini yüklenir, evde ekmek bitmişse babamın pijamalarıyla bir koşu alıp gelir, sobanın başında ananemle teyel söker, düğmeleri renklerine göre ayırır, çile sarar, aklınıza gelebilecek her işin üstesinden gelirdi. Ananem babasını anlatırdı, güzel köylerini, ceplerini kuru üzümle doldurup, diz boyu karda okula yürüyüşlerini, öğretmenlerini, çocukluğunun hatırlayabildiği her detayını anlatırdı ona. Müfit abi ağzı açık dinler, ananemin hikâyelerinde özlediği babasını bulurdu.
Sonra üniversiteden başarıyla mezun oldu, görev yaptığı Belgrat ormanında bir lojman verdiler kendisine. Ama çoğunluk yine bizdeydi. Nöbette olduğu günler ya cipinin farına ürkek bir tavşan yakalanır, ya yolunu kaybetmiş bir ördek yavrusu önüne çıkar, ya da yaralı bir kirpi muhakkak onu bulurdu. Benim hayvanları nasıl sevdiğimi bilir, tutar hepsini bizim eve taşırdı. Dünyanın en normal şeyiymiş gibi kazağının içinden veya ceketinin cebinden çıkan bu kadersiz canlılar bir süre bizimle yaşamak zorunda kalır, hiçbirinin sonu iyi olmazdı.
Aman evladım, bak Nevin çok kızıyor. Ne olursun beni arada bırakma. Getirme bu hayvanları eve, derdi ananem her seferinde. O ise gülümsemekle yetinir, bir dahaki sefer yine aynı şeyi yapardı. Annem çoğunluk okulda olduğundan, akşam yorgun argın gelir, antredeki şekli bozuk, çamurlu ayakkabılardan yine eve ormandan bir misafir geldiğini sezer, suratı düşer, elindeki paketleri aceleyle mutfağa bırakıp yanımıza gelirdi. Müfit abiye sinirlenmesine rağmen eve gelen hayvanları en çabuk o benimserdi. Hemen onlara yatacak yer yapar, yemek verir, su verirdi.
İlk gelen sarışın, paytak ördek yavrusu yerini yurdunu aramasın, üzülmesin diye bir leğenin içine su doldurduk, ördeği de içine bıraktık. Uzunca bir süre yüzdü, oynadı, daldı, çıktı. Sonra bir hapşırık, bir tıksırık başladı hayvanda. Üşütmüştür dedik, çay kaşığının içinde bir adet bebe aspirinini eritip zorla yutturduk. Balkonda tuttuk birkaç gün ama garip iflah olmadı, annem paytak ördeği Belgrat ormanlarına kaderine geri postaladı.
Sonra kocaman vahşi bir tavşan geldi salonun ortasına. Kolum uzunluğunda kulakları vardı. Yeni doğmuş bir kuzu büyüklüğündeydi. Hayvan öyle korktu ki, hemen divanın altına saklandı. Ne havuç yiyordu ne de lahana. Ben arada yanına sürünüp yaşıyor mu diye bakıyordum. Kocaman, karanlık gözlerle beni izliyordu. İki gün sonra ansızın dışarı çıktı, bizde nasıl bir sevinç. Demeğe kalmadı o dağ gibi hayvan bir zıpladı, iki kere tavana çarptı ve oracıkta hayata veda etti. Ben çok ağladım. Annem çok sinirlendi. Ananem ne yapacağını şaşırdı.
Hepimiz cehenneme gideceğiz senin yüzünden Müfit, dedi annem.
Cennete giden hayvanların bizim evdeki yeri belliydi. Eski toz bezlerine sarıyoruz, ben önde ananem arkada Bomonti’deki çayırlığa çıkıyoruz. Ben artık çukur kazmayı çok güzel öğrendim. Ananem dua okuyor, ben ağlayarak gömüyorum tavşanı. Çukura hepsi sığmıyor, kulakları biraz dışarıda kalıyor. İyi kazamamışım. Üzerine papatya toplayıp koyuyorum. Ananem, hazır çayırlara gelmişken oturalım soluklanalım biraz, diyor. Cebinden eksik etmediği çakısıyla elma dilimliyor. Birlikte yiyoruz.
Başka bir gün Müfit abi, ben, bir de ananem pazara gittik. Ananem seçiyor, alıyor, biz fileleri taşıyoruz. Ananem sebzeciden şalgam alacak, seçmesi uzun sürer siz dolaşın biraz, dedi. Müfit abi beni çekiştirip karton bir kutunun başına sürükledi. İçinde bir sürü sarı civciv oynayıp zıplayıp duruyor. Ceplerini yokladı, az biraz bozuk para buldu. Al takke ver külah, ananem şalgamları seçene kadar biz bir kesekâğıdına iki civcivi seçmiştik bile.
Civcivler eve gelir gelmez utangaçlıklarını attılar üzerlerinden. Ben kutuya koyuyorum, onlar çıkıyor. Ananem besliyor ya, hep onun peşindeler artık. Bir taraftan koşuyorlar bir taraftan pisliyorlar. Salonun parkesinde bir patinaj, biri sağa uçuyor biri sola. Her yer battı. Ananem bıktı. Annem yine sinirlendi. Müfit abi ormanda. Biz de okuldayız çoğunluk. Ananem baktı ki baş edemiyor ikisine de bir örnek don dikti, zorlukla da olsa giydirdi üzerlerine. Civciv ne olduğunu anlamadı ilkten, hareket edemedi. Koşmak isteyen arka üstü devrilip kaldı. Annem kapıcıyı çağırıp civcivleri kutusuyla tutuşturdu eline. Bu adam bunları kesip yer, diye nasıl ağlıyorum.
Bir yaz Müfit abiyi Kızılcahamam ormanlarında göreve çağırdılar. Orman içinde tek katlı, ağaç bir lojman vermişler otursun diye. Okullar kapanır kapanmaz soluğu yanında aldık. Hem biz orman havası alacağız, hem de ananem ona sevdiği yemekleri pişirecek. Ağaç evin tam önünden buz gibi bir dere akıyor şırıl şırıl. Her yer sık çam ağacı. Derenin içinde koyu yeşil benekli kurbağalar, daha tam büyümemişler. Kahvaltımı eder etmez, dizlerime kadar derenin içine giriyorum. Kısa sürede kurbağa avcısı kesiliyorum. Ellerim, kollarım kurbağa dolu. Ancak yemek vakti sudan çıkıyorum. Güneş çekilmeye başlayınca kozalak topluyoruz Müfit abiyle. Akşamları sobada çıtır çıtır yakıyoruz, tatlı kokusu çıkıyor. Soba üzerinde yine ormandan topladığımız mantarları pişiriyoruz. Neler konuşmuyoruz ki! Çoğunluk büyülü orman hikâyeleri, garip hayvanlar, kahraman ormancılar. Upuzun, eğlenceli bir yaz. Okullar açılırken evimize dönüyoruz yeniden. Kurbağaları hiç unutamıyorum. Her yerimi siğil basıyor. Ananemle gitmediğimiz hoca kalmıyor, nafile. Annem Müfit abiye söyleniyor yine.
Müfit abi okulu bitirdi, işe girdi, para kazanıyor. Oyunu kurallarına göre oynamaya başladı, benden başka herkes çok mutlu. Tamamlanması gereken bir şey ufak şey daha var. Ananem annemin başının etini yemeye başladı.
Nevin, bu çocuğun bizden başka kimi kimsesi yok. Okudu, sayende bir meslek edindi. Uygun bir kız bul da, yerini yurdunu bilsin. Bak kaç yaşına geldi.
Babamın kaptan bir arkadaşı vardı o sıralar. Baston Raci lakaplı, safi poz bir adam. Dört tane boy boy kızı var, ikisi yaşça pek uygun. Müfit abi de oldukça hevesli. Ailecek iki dirhem bir çekirdek hazırlanıp görücüye gidiyoruz. Annem hemen Müfit abiyi övmeye başlıyor. Efendim şöyle iyi çocuk, pek bir kültürlü, parası şimdilik çok yok ama kapı gibi diploması, mesleği var elinde. İçkisi sigarası kesinlikle yok. Biz ailesi olarak arkasındayız. Ne gerekirse usulüne uygun yapılacak. Kahve geliyor, çikolata geliyor. Sıra sıra kızlar geliyor. Nasılsınız? Daha ne var ne yok? Kızlarınız, maşallah hepsi çok güzel. Burası külliyen yalan. Hepsi bana göre çok çirkin. Müfit abi evlenmesin, başka eve gitmesin. Sonra biri, çocuklar anlaşsın gerisi boş, diyor. Hepsi yalan. Kızın anası annemi ablukaya aldı. Koca bir sayfa ihtiyaç listesini hazırlamış önceden. Paranız var mı, durumunuz müsait mi? Sormak yok. Kolay değil kız almak bizden, diyor. Kızın babası diğer koldan girişiyor. Gel bakalım. Seninle şöyle erkek erkeğe bir konuşalım, diye. Kaç para kazanıyorsun? Bizim kızı geçindirebilir misin? Biz ne bilelim, senin kız kaça geçinir. Ne yer ne içer. Müfit abi kıpkırmızı oldu. Annem ter içinde, arada kaldı diye çok sinirli. Baba pişkin. En büyük kız olmazsa bir ufağı var, diyor. Bizimki her şeye razı evlenecek, evi olacak, ailesi olacak, kendi çocukları olacak ya. Gözü hiçbir şey görmüyor o anda. Suratında gevşek bir sırıtış, başına gelecekleri çoktan kabullenmiş veya hayal bile edemiyor.
Düğüne dek istekler tam gaz devam ediyor. Gecelik, tüylü terlik, kombinezon, düğün bohçası, bir sürü fantezi eşya, hep alışveriş, hep para muhabbeti.
Ah, kaptılar aslan gibi çocuğu. Vur kafasına al lokmasını. Kiralasaydık ya gelinliği. Düğün sonrası hatıra saklayacakmış. Çok görgüsüz bir aileye gitti. Sapsız üzüm, istediklerini yaptırıyorlar. Gitti gider bizim oğlan, diye dert yanıyor annem önüne gelene.
Babam başka bir âlem, Baston Raci arkadaşı ya, hır çıksın istemiyor. Herkes birbirine girdi evde. Ananem sevinsin mi üzülsün mü emin değil. Bir taraftan annemi teselli ediyor, bir taraftan Müfit abinin mürüvvetini görecek diye pır pır seviniyor. Ben o kadının gözlerini oymak istiyorum, nasıl evlenir benim Müfit abimle. Ölsün, yok olsun, diye dualar ediyorum.
Düğün günü gelin ve diğer tüm kadınlar bizim evin altındaki kuaföre üşüşüyorlar. Şekerci dükkânı gibi oluyor kuaför, rengârenk kocaman fiyonklu tuvaletlerin içinde suratı boyalı bir sürü kadın. Kuaförler ellerinde tarak ve fırçalarla etrafta koşturuyorlar. Nermin Yenge’ye topuz, gençlere ve çocuklara bir örnek lüleler, Aynur Teyze’ye muhakkak mizanpli.
Saçlarım tüy gibi hemen bozulur, saç spreyi gerekli.
Gelin başı için papatya mı olsun zambak mı?
Gelin buketi nerede kaldı canım?
Ay, çorabım kaçtı. Tırnağımın ucu kalkmış, bir kat daha oje sürelim lütfen. Bıyıklarım çok belli oluyor mu?
Kuaför çıkışı herkes sıkış tepiş arabalara doluştu, düğün salonuna gidilecek. Annem alı al moru mor ödenmesi gereken kuaför ücreti ile kalakalıyor tek başına. Ananem masraf olmasın diye evde saçlarını çayla tarayıp, bir güzel taşlı filesinin içine yerleştirmiş bile. Bir hır gür içinde düğün salonuna varıyoruz.
Aman o ne bilmiş bir aileydi öyle. Gelinin kız kardeşleri fır fır etrafta dönenip, herkesi hoş tutmaya çalışırken, Baston Raci bir düğün organizatörü edası ile iskemleler getirtiyor, yaşlıları boş yerlere oturtuyor. Kimin içeceği eksik? Düğün pastası zamanında gelebilecek mi? Gelinimiz, damadımız aç kalmasın, çok yorulacaklar sonra. Heh heh! Siz Mükremin Bey, orada cereyanda kaldınız gerçekten. Karısı da boş durmuyor, o geniş kalçaları ile masaların arasında rahatça manevralar yaparak herkesin halini hatırını soruyor. Herkes yerleşti, sıra takı töreninde.
Anneler, babalar lütfen küçük meleklerimize sahip çıkalım. Pisti boşaltalım, gelin ve damadı takı töreni için piste davet ediyoruz.
Bizim ailenin kadınları, yani annem ve ananem, utana sıkıla geline aldıkları bilezik ve kolyeyi takıyorlar. Baston Raci ve karısı atmaca gibi başındalar bizimkilerin. Gözler takılan şeyleri tartıyor ve fiyat biçiyor. Memnun kalmadıkları kesin.
Düğün pastasını çok seviyorum. Üstünde minik bir gelin ve damat figürü var. Bu gecenin sonunda benim olmasını çok istiyorum. Pasta eşit olarak kesilip dağıtılıyor. Herkes iyi niyetlerini sunuyor. Gelinin benimle yaşıt kız kardeşi ile aynı masada yiyoruz pastalarımızı, bitirince ikimiz de kalan pastanın yanına doğru gidiyoruz. Annemi görüyorum uzaktan, bana kaş göz yapıyor etrafta fazla dolaşmayayım diye. Gelin, pastadaki süslü gelin ve damat figürünü küçük kardeşine veriyor, ben uzaktan baka kalıyorum. Müfit abi kafamı okşuyor. Son danslar ediliyor ve yorgun, mutsuz, paraları tüketmiş olarak evimize dönüyoruz. Arabada kadınların düğün dedikodularını dinlerken uyuyakalıyorum.
Zavallı Müfit abim. Böyle bir sonun olmasını istemezdim gerçekten. Düğün sonrası başka biriydi artık o. Bize hep mesafeli, hep uzak, hep temkinli. Evimize geliş gidişleri iyice seyrekleşti. Yeni evlendi anlayış göstermek lazım, dedik ilk önceleri. Çok fazla bize gelmesinden şikâyet eden annem bile, onu arar oldu. Karısı tek başına bize gelmesini istemiyormuş. Beraber geldiklerinde de devamlı göz hapsinde tutuyordu onu. Müfit abi suskundu artık. Eskisi gibi iştahla yemiyordu ananemin yemeklerini. Benim yemeklerimi pek seviyor, dedi karısı gururlanarak. Ananem tek bir şey bilmek istiyordu. Mutlu mu?
Siyah beyaz bir düğün fotoğrafı kalıyor geriye elimde. Ben çiçekli tafta elbisemle en önde çömelmişim, yanımda gelinin sevimsiz küçük kız kardeşi, elinde pastanın süsü gelin damat figürü. Annem ve ananem Müfit abinin yanına sıkıştırmışlar kendilerini, babam arkada kalmış biraz. Baston Raci ve ailesinin kadınları öbek halinde gelinin etrafını çevirmişler. Müfit abi hiç olmadığı kadar mutlu, kocaman bir gülüş var suratının orta yerinde, muhtemelen son gerçek gülüşü.
Füsun Çetinel
0 yorum :
Yorum Gönder