Sait Faik'e Mektup Var

| 0 yorum

Sevgili Sait Faik 

Beni tanıdın mı? Sana daha önce de bir sürü mektup yazdım, ama cevap gelmedi. Posta kutumuza fatura gelir, broşür gelir, bazen de kartpostal gelir. Annem, artık e posta var kimse mektup yazmaz, diyor. Mektup yazdığımı duysa kızar. O her şeye kızar. Babama bile. Sen de tıraş bıçağına kızmışsın. Ben en çok makasa kızıyorum, çünkü keserken beni zorluyor. Merak etme, senin kitabını kesmem.

Onu atık kutusunun yanında buldum. Kocaman pis çuvalları olan, kâğıt toplayan adamlar var. Onlar gelince sandalyemden kalkıp duvara yapışıyorum. Kötü kokuyorlar. Bana değmelerini istemem. Kitabın yerde duruyordu. Üzerine basmışlar, kapağını kirletmişler. Biraz da uçları kopmuş. Ben yırtmadım, doğru söylüyorum. Kolonyalı mendille sildim. Üzerinde öykü kitabı yazıyor. Arka kapağında çok güzel bir fotoğrafın var. Şapkan gözüne düşmüş.

Ama çok fena bir şey yaptım, kitabı alıp sırt çantama koydum. Annemle babam duysa hemen elimden alırlar. Onlar hızlı okur, bense yavaş. Annem bana büyük yazıları olan, parlak resimli kitaplar alıyor. Ama ben çocuk değilim artık. Apartman yöneticisi, maşallah kızımız çok büyümüş, dedi. Evet, büyüdüm. Senin kitabını bile okuyabiliyorum artık.

İçinde hişt hişt diyen bir öykü var. Öykü öyle der mi, çok komik. İlk sayfayı biraz yavaş okudum. Sonra yine okudum. Annem beni yemeğe çağırana kadar okudum. Sesi çıkmasın diye, elbise dolabında kazakların arasına sakladım onu. Seni duymalarını istemeyiz, değil mi?

Osman amca var ya, o olmasa, beni işe almazlarmış. O çok iyi bir adam, babam öyle diyor. Annem beni salondaki koltuğa oturttu. Ancak önemli zamanlarda salona girebilirim. Hayatımı bozdun bari etrafı bozma, diyor. Ellerimi tutmak istedi, ben çektim. Babanın kızmasını istemeyiz değil mi, dedi annem. İstemeyiz. Bu iş senin için çok iyi olacak. Bir şeyler öğreneceksin, insanlar tanıyacaksın, dedi annem. Ben duvara baktım, sallandım. Annem, Allah aşkına bir kerecik gözlerime baksan ölür müsün be çocuk, dedi. Zaten kimse benimle uğraşmak istemezmiş. Üstelik Osman amca koca bankada önemli birisiymiş.

Ben işimi seviyorum. İş olmasa bütün gün odamda ne yaparım. Belki pencerenin önünde geçen arabaları sayarım. Sonsuza kadar sayabilirim. En çok ikişer saymayı seviyorum. İnsanları sayarım. Ceketliler, ceketsizler, sarman kedi, siyah köpek, küçük bulut büyük bulut. O kadar. Annem, camda fazla durma da mahalleliyi başımıza sardırma, diyor. Mutfak yasak. Salon da. Annem iş yaparken yanında durmamı istemez. Bana da iş yaptırtmaz. Her şeyi çok yavaş yapıyorsun, diyor. Aynı şeyleri tekrarlıyormuşum. İçi daralıyormuş.  Arkadaşları gelince beni odama yollar. Konuşmalar sana göre değil, diyor. Çayımı ve tabağımı odama getirir. Yemek yerken etrafa dökebilirim. Misafirlere rezil olmak istemeyiz değil mi?

Her sabah yürüyerek bankaya gidiyoruz. Annem beni fotokopi makinesinin yanındaki iskemleye oturtuyor. Oraya benden başka kimse oturamaz. Üstünde kedili minderim var. Tuvaletin var mı, diye sorar. Ben hayır derim. Sonra annem gider, ben kalırım.

Gözümü makineden ayırmam. Yaptığım iş çok önemli. Ben olmasam, o makine iki günde bozulur. Yerimden kıpırdamam. Makinenin yan tarafında bir kapak var. Kapağın altında kırmızı ışık yanınca, kâğıt bitti demek. Tepsiyi çekerim ve içine rafta duran kâğıtları yerleştiririm. Çok dikkatli olmalıyım. Paketten çıkan kâğıtları iyice havalandırıyorum. Yoksa sıkışır, makinenin başına bela olur. Bir keresinde kâğıtlar elimden kaydı, yerlere saçıldı. Çok kızdım, bağırdım. Bir şey olmaz üzülme, dedi Osman amca. Toplarız, dedi. Susmak istedim ama yapamadım. Herkes başıma toplandı. Annemi çağırdılar. Bana ilaç verdiler. Umarım kâğıtları bir kez daha düşürmem.

Fotokopi çekmeye gelenler bazen benimle konuşur. Ben cevap vermiyorum. Tanımadığım insanlarla konuşmam. Onlara bakmam bile. Biliyor musun, makinenin kâğıtları bitince bana sesleniyor. Hişt hişt, kâğıt gerek, diyor. Başkasına söylemedim, bu bizim sırrımız olsun.

Anneme, hafta sonu gezmeye gidelim mi, dedim. Bakalım, dedi. Pek gezmeye gitmeyiz. Her gezme dönüşü sorun çıkarıyormuşum. Nereye gitmek istersin, diye sordu. Burgazada, dedim. Burgazada. Burgazada.Burgazada. Annemin başı şişti. Tamam, sus artık, dedi. Akşam yemeğinden sonra babamla yatak odasında konuştu. Koridorda durup onları dinledim. Babam ya kızarsa? Biraz sesi yükseldi. Olmaz canım burnumuzdan geliyor sonra, dedi. Biraz da annemin sesi yükseldi, ‘Ama eve kapatamayız ki sonsuza dek,’ dedi. Sonra kimse konuşmadı. Ben yorganımın altında mağaracılık oynadım. Biraz da ağladım ama çok değil.

Üçümüz vapura bindik. Üç sayısını seviyorum. Sen de sırt çantamdasın. O zaman ben dört sayısını da seviyorum demek. İçim yine kıpır kıpır. Dışarı oturtmadık, çok kalabalıkmış, deniz tehlikeliymiş. Babam kızmasın, eve geri dönmeyelim. Annem ağlamasın. Benim içim kötü olmasın. Tuvaletim geldi, ama tuttum.

Kitabı ezberledim. Nasıl başladı, nasıl bitti. Her şeyi biliyorum. Papazı, sapık oğlunu, bahçıvanı, ot yiyen yeşil eşeği, çiçeği, yaramaz böceği, ağaçlı tepeleri. En çok eski mantolu eşeği sevdim. Mantosu benimki gibi düğmeli mi? Dokuz çocuklu bahçıvanı merak ettim, bir çocuğu çok feci olmuş. Ama papazın oğlunu hiç sevmedim, o sapık. Vapurun camından beyaz köpükler göründü, elimi sabunlayıp köpük yapıyorum, sıkınca kocaman balonlar çıkıyor. Ben beyazı da çok severim. Sonra beyaz kuzuları severim. Onları sıkmak, öpmek isterim. Dalgalar kocaman. Elimi köpüklere daldırmak istedim. Martılar da beyaz. Çığlık çığlığa. Babam homurdandı. Dışarıda durmaz bu, başımıza iş açar hanım, içeride kalsın, dedi. Günümü rezil etmeyin, şunun şurasında bir tatil günüm var, dedi.

Burgazadan çok güzelmiş. Bizim sokaktan bile daha güzel. Babam paytoncuyla konuştu. Düşündü. Kafasını salladı. Geldik bari paytona da binelim de tam olsun, dedi. Annemle babamın ortasına oturdum ama ellerimden tutturmadım. Atlar klok klok ses çıkarıp yürümeye başladılar. Çok zevkli. İçim ağzıma geldi. Biraz bağırdım. Annem, aferin benim güzel kızıma, ne de güzel dururmuş, dedi. Ama atlar hiç güzel durmadı, kakalarını yaptılar yollara.

Kocaman bir köşkün bahçesinde senin bahçıvanı gördüm. Durdu, bize baktı. Parmağını kulağına soktu, sonra koluna sildi. Haklıymışsın, çok pis adam. Gülmemi tutamadım. Annem çok ayıp, bu kadar yüksek sesle kimseye gülünmez, dedi. Yol kenarındaki devedikenleri çiçek açmış. Ama kirpi görmedim, tosbağa hiç görmedim. Tepedeki restoranda balık yedik. Salata yedik. Yuvarlak kalamar yedik. Serçeler ekmek sepetine üşüştü. Çığlık attım. Kollarımı salladım. Üstüme konmasınlar diye kaçtım. Garson koşup geldi, ekmek sepetini başka masaya götürdü. Babam bu kadeh de sefam olsun hanım, hadi şerefe, dedi. Ben doymadım ama. Söz dönüşte sana dondurma alırız, dedi babam. Annem bugün ağlamadı. Babam sinirlenmedi.

Bir de seni görseydim. Herkese baktım, seni bulamadım. Payton bizi meydanda bıraktı. İnmek istemedim ama paramız bitmiş. Babam öyle söyledi. Tekir kedi, karabaş köpek var. Babam kahve içti, ben dondurma yaladım. Annem, bugün tam çay içilecek gün, dedi. Annem denize bakıp çay içmeyi çok sever.

Babam, geç oldu artık, dedi. Ama seni daha görmedim ki. Hişt hişt dedim. Belki duyarsın, gelirsin. Babam sus dedi. Annem, sus kızım herkes bize bakıyor, dedi. Ben daha çok hişt dedim. Annem eliyle ağzımı kapatmak istedi, o zaman nefes alamam ki. Elini ısırdım. Annem ağladı. Babam, istediğin oldu mu kadın, dedi. Ben gözlerimi kapayıp sallandım. İnsan kendi kendine hişt diyemez mi? Dedim. Kolonya kokusu geldi. Kalabalık vardı. Ceketimin düğmelerini açmış annem. Sırt çantam yanımdaydı. Kitap içinde. Kulağımı dayadım. Hişt. Hişt.

Gezmeye gitmeyi çok seviyorum ama dönmeyi sevmiyorum. Artık babam hiçbir yere götürmez beni. Sen neredeydin? Belki beni görmeye gelirsin. Mektubumu yine bankadaki çaycıya vereceğim. Postacı arkadaşıymış, öyle söyledi. Belki bu kez cevap da yazarsın.

Hoşça kal.
Arkadaşın Aslı

Füsun Çetinel







0 yorum :

Yorum Gönder