SERT, ÇOK SERT
Dokuz günlük bayram tatilini fırsat bilip herkes bir yerlere gitmiş, İstanbul hayalet şehir olmuş, sokakları, alışveriş merkezleri, plajları bile boşalmıştı. Sıcaklık gölgede otuz altı dereceydi. Sarper’in beceriksizliği yüzünden bir kere daha koca apartmanda bir tek biz kalmıştık.Kız kardeşi Selin her zamanki pişkinliği ile arife günü yeni aldığı bilmem kaçıncı köpeğini bırakacak yer bulamayıp sorgusuz sualsiz kapımıza getirdi. Ben ''bir saatçik Gamze’ye göz kulak olur musun'' desem bin dereden su getirirdi, bencil şey.
Sütlü kahverenginde bal gözlü şirin bir av köpeği kırmasıydı Kırpık. Adını son harfine kadar hak ediyordu. Kapıdan girer girmez bol salyalı ağzıyla neşe içinde ayakkabılarıma girişti.
''Sadece dört gün kalacak. Bugünü saymayın, dönüş günü de çabuk geçer. Geriye sadece iki güncük kalıyor,'' dedi Selin en sevimli haliyle. Sormadı bile ''bakabilir misiniz'' diye. Kayınvalidem de aynı model, her işi emrivaki bu ailenin.
''Aşısı falan var mı bunun? Başımıza bela çıkarmasın sonra?''
''Anneee lütfen ama,'' diye çığlık çığlığa koşup yanımıza geldi Gamze. ''Benim odamda uyur. Hem benim dışımda tüm arkadaşlarımın evcil hayvanı var.''
''Aşı için daha çok küçükmüş, satan adam öyle söyledi. Artık Bozcaada dönüşü götürürüm veterinere .''
Bozcaada’ya gidiyormuş. Biz köpeğine bekçilik edelim, hanımefendi gezsin. Para bol nasıl olsa. Sokaktan ısrarcı bir korna sesi geldi. Sevgili görümcem hasır şapkasını savurup kraliçe edasıyla merdivenleri inip gözden kayboldu.
''İnşallah bunun sonu da diğerleri gibi olmaz,''dedim.
''Gamze köpek diye çıldırıyordu. Üç dört gün oynar, hevesi geçer işte. Bize de bulaşmaz artık.''
Beyefendinin istediği olmuştu, köpeği bahane edecek, kıçını her zamanki gibi koltuğa yapıştırıp tatil boyunca evden dışarı adım atmayacaktı.
''Ben tuvaletine karışmam ona göre.''
Sarper küçük tuvaleti boydan boya eski gazetelerle kapladı. Bir kenara su kabını yerleştirdi. Gamze hemen parka, gezmeye götürmek istedi köpeği.
''Çamurlara girmesin. Patilerini ben yıkamam söyleyeyim,''dedim.
Yapmayacaklarımı önden söylemem bir işe yaramasa da.
''Anladık ya,'' diye terslendi Sarper.
Gamze çoktan ayakkabılarını giymiş, Kırpık’ın tasması elinde kapıda babasını bekliyordu.
Evin boş kalmasını fırsat bilip kendime kahve yaptım. Bankadan arkadaşım aradı, havaalanındaymış. Paris’e uçacaklarmış. Uçak rötar yapmış. Biz niye bir yere gitmemişiz? O konuştu, ben dinledim. Neyse ki kapı çalındı da kapatabildim telefonu.
Niye anahtar almayı öğretemedim ben bu adama? Kırpık huysuzluk etmiş, yürümek istememiş. Bir yavru köpeği bile idare edemiyorsun, diyebilirdim ama Gamze’nin yanında kavga çıkarmak istemedim açıkçası. Hem daha önümüzde nice günlerimiz vardı.
Kırpık geldiği zamanki kadar neşeli değildi artık. Hareketlerinde bir ağırlık, doğal olmayan bir yavaşlık sezdim. Sarper normal olduğunda ısrar etti.
''Uykusu gelmiştir anne, parkta yoruldu ya,'' diye araya girdi Gamze.
Kahvem buz gibi olmuştu. Vişneli kek istedi canım. Buzlukta dondurulmuş ne varsa tatil boyunca kullanıp bitirmeliydim. Tek bir zeytin tanesi bile koyacak yer kalmamıştı. Sarper’in telefonda annesiyle konuştuğunu duydum. Bu ses tonuyla başka kimseyle konuşmazdı. Yine neyin peşindeydi bu kadın?
''Ne diyor annen?''
''Çiçekleri sulamayı unutmayın,'' diyor. ''Otelde yemekler rezaletmiş. Duvara bakan oda vermişler. Çok sıcak oluyormuş.''
Biz onun her işine koşuyorduk da o ne yapıyordu? Gamze’ye bir kere bile bakmadı. Bir kere bile bir tencere yemekle gelmedi evimize. Bir kere kış için yaptığım domates pürelerini derin dondurucusuna koymak istemiştim de, ‘Kusura bakma, bizim yiyeceklere bile yer yok kızım,’ demişti utanmadan. Ben nereden senin kızın oluyorum?
Ne zaman evine yemeğe gitsek, ellerinizi yıkadınız mı, diye sorar. Kaç yaşında sanıyor bizi? Masaya meyve tabağı getiririm. Bunları iyice ovaladın mı, der. Benim ailem köyden gelme sanki.
''Dayıma, teyzemlere gidecekmişiz. Sonra gönül koyarlarmış.''
Hırsla mikseri çalıştırdım. Ben akrabalarını ziyaret etmek için değil, uçak bileti bulamadığın için kaldım bu aptal şehirde.
Gamze’nin inceden ağlama sesi duyuldu içeriden. Kırpık da yoktu görünürde. Koştum, kızın eli kanıyor. Gamze söylemek istemedi ama belli, oynarken ısırmış köpek.
''Şakadan yapmıştır,'' dedi Sarper.
Gamze’nin eline kolonyayı boca edince daha çok ağlamaya başladı.
''Isırmak istememiştir kızım, sütdişleri jilet gibi ya.''
''Çıldırdın mı sen, basbayağı ısırmış hain köpek.''
Kırpık bağrışlarımızdan yatağın altına sinip ulumayla karışık inlemeye başladı.
Gamze’yi kucağımda salladım. Biraz daldı. Hemen doktorunu aradım. O da tatildeymiş.
''Mutlaka kuduz aşısı yaptırın, işi şansa bırakmayın,'' dedi. Arkadan havuzun neşeli sesleri ve samba müziği geliyordu. Sarper birkaç kere Selin’i aradı, telefonu kapalıymış. Ben sinir içinde koridoru arşınlamaya başladım. Vişneli keki unutmuştum bile.
''Ya kuduzsa bu hayvan. Selin sorumsuzun teki, kim bilir nereden aldı.''
''Saçmalama, çocukken beni her gün kedi köpek ısırırdı.''
''İyi o zaman, bırakalım kudursun kız.''
''Köpek bizimle nasıl olsa. Hem yavru köpek kuduz olmaz ki.''
Sarper olayı yumuşatmaya çalıştıkça sinirim iyice tepeme çıkmaya başladı. Yerimde duramıyordum. İki de bir gidip uyuyan kıza ve yatağın altındaki Kırpık’a bakıyordum. Hayvanın gözleri kaymıştı. Derin soluklar alıp veriyordu. Bu hayvan kesinlikle normal değildi. Sarper görünce bana hak verdi.
''Sen kızla dur ben bunu köşedeki veterinere götürüyorum,'' dedim.
Veteriner beni hemen tanıdı, bu Selin’in başımıza attığı kaçıncı hayvandı.
''Gençlik hastalığı bu.'' dedi. ''İğne yaparım ama çok zor, yaşamaz. Hasta hayvanı satmışlar size, başka ülkelerden kaçak getiriyorlar.''
Ağlamaya başladım. Kırpık için, Gamze için, kendim için. Zehrolan dokuz günlük bayram tatili için.
''Kuduz değildir ama yine de veteriner fakültesinde bir test yaptırmanızı öneririm. Madem kızınızı da ısırmış.''
Selin’i camdan aşağı atmayı istedim o an. Pırtık’ı alıp eve döndüm. Gamze uyanmış merak içinde beni bekliyordu.
''Kırpık biraz hastaymış, uyuması gerek,'' dedim yavaşça. Sarper onu küçük tuvaletteki çamaşır sepetinin içine koydu. Zavallı hayvan koyduğumuz yerde kalıyordu.
''Kırpık ölecek mi anne,'' deyip ağlamaya başladı Gamze. Hiç birimiz konuşmuyorduk.
Kırpık gece boyunca inledi. İlk önce solukları yavaşladı, sonra minik göğsü zor inip kalkmaya başladı. Çok feciydi. Sarper hep yanında kaldı. Ben uzaktan gözlüyordum. Sürekli Selin’i aradım, açmıyordu telefonunu. Sabaha doğru Sarper bitkin bir şekilde yatağa geldi. Anladım. Ölmüş. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ne kötü bir kızdı şu Selin. Sarper sesini çıkarmadan saçlarımı okşadı. Tatilin sonuna kadar yataktan çıkmak istemiyordum artık.
Ertesi sabah herkes şiş gözlerle uyandı. Kırpık’ı bir karton kutuya koyduk. Veteriner fakültesini aradık. Nöbetçi doktor çıktı telefona, ''ancak bayram sonrası alabiliriz köpeği,'' dedi. ''Hayvanı soğuk bir yerde muhafaza edin. Yoksa beyni bozulur, kuduz testini yapamayız.''
Ağustos sıcağında alışveriş merkezlerinin dışında soğuk yer bulmak neredeyse imkânsızdı. Buzdolabımızın buzluğuna sığamayacak kadar da büyüktü merhum Pırtık. Soğuk ve geniş bir yer daha vardı. Sarper’e söyleyince ‘asla’ dedi ilk önce ama Gamze’nin kuduz olma ihtimalini hatırlatınca, anında fikrini değiştirmek zorunda kaldı.
Kırpık’ın naylon poşete sarılı katılaşmaya başlamış minik bedenini kayınvalidemin derin dondurucusuna törenle indirdik; domates salçalarının, çilek reçellerinin, iç bakla ve bebek enginarların arasına. Gamze kapağını kaparken dua etti.
Balkondaki çiçekleri suladık, yakındaki tatlıcıdan kutu kutu baklavalar alıp dayı ve teyzeleri bayram ziyaretine gittik.
Kaynak: altZine.net, altTema Sert
Füsun Çetinel
0 yorum :
Yorum Gönder