İnsan Sesleri
Sıradan bir pazar günüydü. Erken kalkmış, kimseler uyanmadan evden çıkmıştım.
Biraz sahil yolunda yürüdüm. Denizin kumsalla buluştuğu ufak düzlükteki salaş kahvede yüzümü güneşe, rüzgârla gelen tuzlu su zerreciklerine teslim edip günün ilk demli çayını içtim. Hayat pek de güzeldi.
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. İnsan sesleri, kovanlarını arayan kızgın arı sürüsü gibi çoğalıp kahveyi kapladı. Elimle kovaladım, ağızlardan fışkıran kelimeler çay bardaklarına, tahta masalara, güneş şemsiyelerine, yosunlara çarpıp bana ulaştılar.
''Ben seni çok özlüyorum. Sen alıştın, ama ben alışamadım hiç. Olmuyor, yapamıyorum. Daha ne kadar üzülmem gerekecek?''
''Küçük çekirge bu teyzesi. Benim okuduğum gelişim kitaplarını okuyor artık. Bilmediği yok valla. Fransız liselerini puanı düşük diye beğenmiyorlar ama bak ne güzel okuma alışkanlığı kazandırdı çocuğa işte. ''
''Ay ben onun çocukluğunu bilirim. Kıçında don yoktu, büyüdü bizi beğenmiyor.''
''Enerjisi düşük insanlarla beraber olmuyorum artık. Beni aşağı çekecek insanları hayatımdan sildim.''
''Her şey önemini yitirdi. Anlatılır gibi değil. Hiçbir şey yapmak istemedim. Neyse geçti gitti, hadi güzel şeylerden konuşalım artık. Geçmişi hatırlatacak konuşmalara girmiyorum. Öyle insanlarla olan ilişkimi de kestim. Bana iyi arkadaşlar gerek bundan böyle.''
''Bu domateslerde tat yok. Ah siz o eski domatesleri yiyecektiniz ki. O ne kırmızıydı, o ne lezzetti.''
''Bir duygu ki gel de kurtul elindeyse çemberinden. Kadının çekim alanından çıkamıyorum. Kaç kere böyle bir fırsat elime geçer ki, değil mi ama? Yok, pişman değilim.''
''Dedikodu, iftira, çekememezlik kalabalık ofislerin derdi işte. Sana gelip her şeyi söylüyorlar. Hadi sabredeyim diyorsun. Sonra bir gün, dayanamıyorsun. Sen de patlıyorsun. Yapmamak lazım ama olmuyor.''
''Gençsin daha günde sekiz saat de çalışırsın on iki saat de. Sağlık olsun da. Bak ben otuz yıl çalıştım bir gün olsun gıkım çıkmadı. Evde iki çocuk, işe yaramaz bir koca. Başımda kaynana vırvırı. Ah ne günlerdi.''
''Hacca gitmişsin ama şükretmeyi öğrenememişsin hala. Geri gelince o ulvi duyguyu kaybetmemek gerek. Yoksa neye yarar tüm o yolculuk?''
''Bir duble rakı söyledik, yanında salata, yayın balığı ve kerevet yedik. Arada sırada seninle de yapalım. ''
''Şimdi herkes İngilizce biliyor. Yanlış anlamayın ama kasabın, manavın, kapıcının kızı bile İngilizce konuşuyor. Onun için, hosteslerde nerede o eski kalite?''
''Kocam tutucudur. Telefonda konuşurken arka fonda müzik duysun, pavyonda mısın nereden arıyorsun sen beni, diye kızar.''
Keskin kelimeler, sivri uçlu cümleler, ithamlar, eleştiriler, akıl vermeler havayı, suyu kapladı. Yaprakların hışırtısını, dalgaların usul usul çakıl taşlarına vuruşunu, sabahın el değmemişliğini yedi bitirdi.
''Taze çaylar…''
''Benimki daha açık ve limonlu olsun. Bu kadar koyu içemem.''
''Ama bu ılınmış. Bana kaynar getir.''
''Sakarin var mı yavrum?''
''Büyük bardakta paşa çayı getiriver. Çocuk içemiyor yoksa.''
Can simidim, tek kurtarıcım sırt çantamdaydı. Aradım buldum.
Puslu Ada, Semih Gümüş, 2002 . Bir deneme kitabı.
Deneme kitaplarından ürkerim genelde. Sanki okuyucu zorlansın, ürksün diye özellikle anlaşılmaz yazılmıştır.
Bir sayfa, iki sayfa okudum. İnsan sesleri azaldı. Dört beş sayfa sonunda insan seslerinin kaybolduğunu fark ettim. Su gibi akıp gidiyordu satırlar.
Ben yazar olacağım, diye yazar olunmaz, diyordu Semih Gümüş bir satırında.
Bir yerden başlayarak değil, başlamış bir sürecin dönüm noktalarında karar verilir yazar olmaya. Önce kitaplardan, sonra sokaktan öğrenmeye başladığını fark ettiği anda, yazının cehennem trenine atlamıştır genç insan. Kitaplardan sözcüklerin büyüsünü, nasıl yazılacağını öğrenirken sokaktan ne yazacağımızı kaparız. Demek ki iyi okumuş olmakla yetinmeden, iyi yaşamış olmak da gerekiyor, diye devam ediyor.
Thomas Bernhard’dan bir alıntıya yer vermişti.
Thomas Bernhard’la Konuşmalar. Sokağa çıktığınızda, bir şey yapmanıza gerek yoktur. Sadece kulaklarınızı ve gözünüzü açıp yürümeniz yeterlidir. Sonra bunlar eve gelip sizin yazdıklarınızın içinde olacaktır. Kasıntı ve budalaysanız ya da bir şeyler çabalama peşindeyseniz, bunlardan bir şey çıkmayacaktır. Hayatın içinde yaşıyorsanız, buna ek olarak başka bir şey yapmanıza gerek yoktur, her şey kendiliğinden içinize girecektir, yaptığınız işte de bir yansıması olacaktır.
O kitabı okuduktan sonra insan seslerinden ürkmedim. Sadece yazmak istedim. Kurtulamadığım insan seslerini kurgulayıp kendi sesimle yazmak. Birileri okusun, istemediği insan seslerini unutabilsin diye.
Benim de yazma meselem bu işte.
Füsun Çetinel
0 yorum :
Yorum Gönder