Marguerite Duras ile Siyah Sardunyalar

| 1 yorum

Nilgün Şimşek'le Söyleşi


Bir kitap bittiğinde- yazılan bir kitap, demek istiyorum- ve siz bu bitmiş kitabı okuduğunuzda onun, sizin yazdığınız bir kitap olduğunu da, içinde neler yazılmış olduğunu da söyleyemezsiniz.  M.D

Bir kitap hakkında yazı yazmayı sevmemem bundandır işte. Yazar kitabı yazar, bitirir ve kenara çekilir. Bundan sonrası okuyucuya aittir. 

Hani ev sahipleri misafirlerini evlerinin salonuna alırlar hemen, ben hep o salondan arka balkona, arka bahçeye geçmek isterim. Evin gerisinde neler oluyor, bize göstermedikleri neler var, onları merak ederim. 

Nilgün Şimşek’le Siyah Sardunyaların arka bahçesini gezerken Marguerite Duras ve kitabı Yazmak da bizimle birlikteydi. Kimi zaman onun cümleleriyle yön verdik sohbetimize.

Siyah Sardunyalar hangi yönleriyle modern bir roman Nilgüncüm?

En başta yapısı itibari ile çünkü parça parça. Ev, parantez ve sürpriz anlatıcının bölümleri belli bir sırada devam ediyor. Bir de masalın anlatıldığı bölümler giriyor aralara. Sonra anlatıcılar her bölümde farklı, kimi zaman tanrı yazar, kimi zaman kahramanlar anlatıyor, bir de başka bir anlatıcı var ki ona burada değinmek istemiyorum.

Romanı yazarken bu parçalı bölümleri sistemli bir şekilde mi sıraladın, nasıl oldu?

Öyle bir planım yoktu ama okur iyice dağılmasın diye sıra gözettim. Baştan planlanmış bir şey değil bu, yazarken ortaya çıktı. Diğer tüm yapıyı zaten romana başlamadan planlamıştım, sadece sonunu değiştirdim, daha doğrusu sonun romandaki bitişini. Romanı bir masalla mı yoksa aynayla mı bitirecektim, ona karar verdim.

Niye bir ayna da başka bir şey değil? Koltuk, kitaplık veya dolap mesela?

Türk yazarlarından bir hikâye okumuştum. Anlatıcı tanrı yazar değildi. Evde eski bir çerçeveyi yenisiyle değiştirirken arada bir vesikalık fotoğraf sıkışıp kalmış ve bu unutulmuş fotoğraf tüm hikâyeyi anlatıyordu. Evdeki her şeyi gören bir fotoğraf fikri beni çok etkiledi.

Bizim evlerde gören şey aynadır. Açısı itibarı ile evin içini gören bir objedir ayna.  Sonra aynanın zihni olsa nasıl olurdu diye düşünmeye başladım. Ayna ve sır ikilisi de var… Üstüne üstlük masalları da çok severim ve böyle gizemli şeyler hep masallarda olur.

Ayna hem gizemli hem de korkutucudur.  Bazı evlerde aynaları ters çevirirlermiş, eski bir adet.  Ayna bir geçiştir, bir eşik atlamadır sembolik olarak.
İyi zamanlarımızda aynaya bakmaktan zevk alırız, üzülüp ağlamışsak aynaya bakmak istemeyiz. Ben bunu tersine çevirmek istedim. İstedim ki bu hikâye her durumdaki insana ayna tutsun. Benden ziyade okuyuculara ayna tutsun.

Onun için mi diyaloglar hemen hemen yok romanda?

Evet, içsesler önemlidir benim için. Karakterlerim kendileriyle konuşsun, anlatsın istedim. Sorgulasınlar kendilerini.

İnsan ancak evin içinde yalnız. Ve kendinin dışında değil, içinde. M.D.

Senin yalnızlığın nerede?

İnsanın yalnızlığı gerçekten de içinde ve her yerde.  Ama yazı yalnızlığım bahçemdeki yazı odamda, daha doğrusu yazı kulübemde.

Bu yalnızlıkta neler kabulün?

Çay, sigara, kahve, çikolata, okuma yaptığım zamanlar enstrümantal müzik. Odamın ışığını çok seviyorum. Gölgeli, çok aydınlık olmayan bir mekân. Ağaçların koyu yeşilinden yansıyan bir ışık geliyor pencereden. Ve çok dağınık. Normal hayatımda çok düzenli biriyken, yazarken dağınıklığı seviyorum. Yaratıcılığı tetiklediğini düşünüyorum.

Romanındaki Nazlı’nın odasında duvarda fotoğraflar, masada yerde hatıra defterleri, kumaş parçaları, müze broşürleri, oyuncaklar var. Senin de böyle şeylerin var mı yazı kulübende?

Şimdiye kadar hiç bulundurmadım.  Ama şu sıra biyografik roman yazıyorum. Yozgat’tan fotoğraflar yapıştırdım duvarlara, tanımadığım insanların hayatına ve mekânlarına girebilmek için. Perdelere fotoğrafları büyütüp iğneledim. Odayı hakkında yazdığım yer haline getirmeye çalıştım.

Sevim Burak’ı hatırlattın bana. O da cümlelerini küçük kâğıtlara yazıp perdelere iğnelermiş. Yerlere halılara yayarmış onları, sonra sıralarını beğenmez yerlerini değiştirip dururmuş. 

Şimdiye kadar hep tanıdık mekânlarda dolaşmışım yazı serüvenimde. İlk defa böyle bir şey yaptım.

Kitap yazan birinin çevresindeki öteki insanlarla arasına hep bir mesafe koyması gerekir. Yalnızlıktır bu. Yazarın, yazılı şeyin yalnızlığıdır. M.D.

Yazarken insanlara mesafen nasıl?

Bir sürü insandan uzaklaşıyorum yazarken. Haftada bir görmeye alıştığım arkadaşlarımı göremez oluyorum. Sitem edenlere aldırmamayı öğrendim. Kabul eden ediyor, etmeyen etmiyor.

İlk öykü kitabımı yazarken evde herkes şöyle bir sarsıldı. Eski köye yeni adet geldi diye. Uzun bir süre mücadele ettiler, kabullenmek istemediler. O sıralar mutfakta yazıyordum. Akşam saat dokuz oldu mu ben mutfağa kapanıyordum, hâlbuki alışmışız ailece oturup vakit geçirmeye. Onları yalnız bırakıyordum. Artık alıştılar, zaten çocuklar büyüdü hepsi bir yerde. Eşim hiç sorun etmez.

Ben herkesin yalnız olduğunu düşünüyorum. Bazıları bunun farkında, bazıları değil. Yalnızlık kötü değil, yaratıcılık açısından çok iyi. Kötü olan kimsesizlik.
Yazarlar yalnız olmanın iyi bir şey olduğunu fark eden kişiler bence.

Romandaki karakterler yalnız olduklarını anlıyorlar hikâye boyunca. Ömer, Nazlı’nın odasına girip de onun hatıra defterleri ve eskiye ait fotoğraflarıyla karşılaşınca yalnızlığını anlıyor. Remzi’nin kendine ait suskun bir yalnızlığı var. Nazlı hep yalnız. Ama kimsesiz değil bu karakterler.

Yazı yabanıl kılıyor insanı. M.D.

En tanıdıklarına bile tuhaf geliyorsun. Seni merak ediyorlar, ne yazıyor bu kadın diye. Yazdıklarını merak ediyorlar.

Tuhaf kişidir yazar. M.D.

Senin ne tuhaflıkların var?

Ne kadar çok şey aklımda tutmuşum diye kendime hayret ediyorum; kokular, sesler, diyaloglar… Gözleri okumaya çalışıyorum. Konuşmaları dinliyorum. Normal hayatımda titiz, düzenli iken yazı sürecimde yazmaktan gayrı bir şeyin önemi yok sanki, feci dağılıyorum.

Bir yazar nelerden büyülenir? Seni büyüleyen şeyler neler?

Yazar bence her şeyden büyülenir. Sarsıldığı için yazmak istiyor zaten. Pozitif anlamda bir büyülenme değil demek istediğim. Daha çok insan halleri büyüler beni, bakışlar, giydikleri şeyler, eller.

Eski evler, çarpık çurpuk bir ağaç. Ama içinde mutlaka insan olmalı, bir yerinde. Kapıdan çıkan bir insan. Park kıyısında bir çocuk, pencerede bir yüz. İçinde insan varsa çok daha besleyici benim için. Böyle daha manalı.
Sonra ölümler beni çok büyüler.

Gizli gizli yazmaktan hangi dönemde vazgeçtin? Yazma cesareti ne zaman yerleşti?

Saklama ihtiyacı hissetmedim ama kimseye de söyledim yazdığımı. Mario Levi hocayla yazmaya başladığımda, atölye çalışmasının ortalarına doğruydu sanırım, bu öykün güzel olmuş, dedi. Ve ben gizlenmeden, ortaya çıkarak yazmaya başladım artık.

Bir deliğin içinde olmak. M.D.

Bir delikte misin sen de yazarken?

Genelde çok hüzünlenirim yazarken, neşeli olamam. Ağrıtan bir şey yazmak. Tek oturuşta on beş sayfa yazı yazdığımda eklemlerim ağrır, yerimden kalkamam. Bedenimi yoruyor, kasılıyorum olsa gerek yazı yazarken. Bir delikten ziyade bir ağrının içindeyim diyebilirim

Her sabah yazıyordum ama kendime süre saptamamıştım. Hiçbir zaman. Mutfak dışında. Yemeğin kaynaması ya da dibinin tutmaması için ne zaman mutfağa gitmem gerektiğini biliyordum. M.D.

Her akşam iki saat yazıyordum. Mario hoca söylemişti. Yazamadığım zaman müzik dinliyor veya okuma yapıyordum bu iki saat içinde. Sonra yazma eylemim kendiliğinden uzadı. Kendi saatlerini yarattı. Akşam insanıyım ben, öğlen on ikiden sonra açılırım ancak. Ve gece yazarım. Çok nadir gece yetmez, sabah kalkar kalkmaz yazmaya devam ederim. Siyah Sardunyaları yazarken gündüzleri de yazdığım oldu arada. Bir süre sonra yazma eylemi otomatikleşiyor ve kendi saatlerini yaratıyor.

Geç kalmışlık duygun oldu mu hiç? Yazmaya geç başlamaktan dolayı bir korku?

Evet, çok saçma ama oldu. Şimdi diyorum ki, yazmam yazabilmem için belki bir noktadan geçmem gerekiyordu. Önümde yazmak için kırk yılım daha olsun isterdim. O kadar anlatacak hikâyem var mı, bilemem ama.

Niye yazdığım önemli benim için. Tek bir okuyucu için yazıyorum ben desem de kitabım çok okunsun isterim tabi. Yazar burada bir ikilem yaşıyor.

Yazarın çelişkisi diyelim.  Belki de kitabı satsa da satmasa da yazmaya devam edebilmesi için geliştirdiği bir savunma mekanizması. Yazdıkların sence daha çok kimlere hitap ediyor?

Sanki orta yaş kadın okuyuculara daha çok hitap ediyor dilim diye düşünmüştüm ama gençlerden ve erkek bir iki okuyucudan olumlu sözler duymak beni mutlu etti. Burada yayıncım Yitik Ülke’nin çok genç bir takipçi kitlesinin olmasının da rolü olabilir. Kitabım, İzmir Saint Josef Lisesinin kitap kulübünün düzenlediği Edebiyat Festivalinde okunmak üzere seçilmiş. Aralık ayında söyleşi için davet ettiler. Yaklaşık yirmi okulun öğrencileriyle bir araya geleceğim ve bu durum beni çok heyecanlandırıyor.

Seni daha çok ürkütmek istemem ama bu ciddi bir sayı, nerden baksan iki yüz öğrencinin önüne çıkacaksın. Kolay gelsin.

Bazı yazarlar korkuya kapılır. Yazmaktan korkarlar. M.D.

Yazarken değil ama roman basıldıktan sonra bir korkuya kapıldım. Çocukluğumdan kalan bir kayıp üstüne yazmıştım. Tamamen kurgu olsa bile tanıdık okuyanlar ne hisseder, onları üzer mi bu hikâye endişesine kapıldım.

Yazmak deliliktir. M.D.

Yazmak delirtir ve iyi gelir. Deli insan yazar zaten. Delirince sınırlar kaybolur, her şeyi yazabilirsin. İçinden seni delirten şeyleri çıkartırsın. Başka dünyalardan kopup kendi dünyanı yaratıyorsun, bir tür delilik hali.

Sen yazıp kurtuluyorsun, bırak okuyucu delirsin durumu yani?

Öyle de denebilir. Delirsin, düşünsün, yine delirsin.

Dünyanın her yerinde ışık gittiğinde çalışma durur. Ve bana gelince ben o saati çalışmanın sona erdiği saat olarak değil başladığı saat olarak duyumsarım... Kurtuluş gecenin yerleşmeye başlamasıyla gelir. Dışarıda çalışma durduğunda. M.D.

Yazarın kurtuluşudur gece. Karanlık tüm görüntüleri örter, her şey durur. Başka bir dünyayı kurmak kolaylaşır. Herkes yataklara çekilir, gün biter, o güne ait kaygılar da bitmiş olur. Bir hayatı kapayıp diğer bir hayata geçer yazar. Gecenin sesleri başlar, buzdolabı homurtusu, çakallar, baykuşlar. Gecenin sırası gelmiştir. Yazar tüm bunları kullanabilir.

Ve hiç gözyaşı dökmemek, yaşamamaktır. M.D.

Yazdığın şeylere ağlar mısın?

Yazarken değil ama yüksek sesle kendi kendime okurken bir iki yerde ağlamışımdır.Yazdıkça kendini tanırsın, üstünü örttüğün anılara ulaşırsın. Acıtır bu bazen.

Günlük yazı yolculuğun nasıl oluyor? Evden çıkıp bahçeden geçip yazı kulübene gidiyorsun. Neler hissediyorsun yazarken, bu yolculukta?

Her yazı yolculuğumda heyecanlanıyorum, bir önceki gün bir yerlerde takılmışsam eğer, endişeli başlayabiliyorum yazmaya. Heyecandan ziyade yazmaya oturacağım için çok mutlu oluyorum. Bir şeye başladım ve onu bitirmek beni mutlu ediyor. Her bölüm bittiğinde sona biraz daha yaklaştığım için seviniyorum. Sarkan işleri sevmem ben. Yazıda da takıldığım yerler beni sinirlendirir.

Arabada şehirden eve dönerken on beş sayfayı kurgulayabiliyorum, yazmak da denebilir. Eve varır varmaz oturup yazmam gerekiyor. Yoksa her şey bana eziyet oluyor. Bazen durup not alıyorum. Güzel bir fikir, bir cümle. Başka yazarlar telefona kayıt yapıyorlar ama benim yazmam gerek. Yazının daha yeterli olduğunu düşünüyorum.

Yazı dünyasına girmek mi zor, çıkmak mı?

Çok yoğun çalışmışsam, istediğim kadar tatmin olmuşsam yazdıklarımdan günlük rutine dönmekte iyice zorlanıyorum, kurduğum hikâyeden çıkamıyorum. Karakterler hep etrafımda oluyor. Yazı dünyasına girmek de zor çıkmak da…

Yazmazsan neler oluyor?

Bünye alışmış. Vicdan azabı ve yine boşa geçti günüm duygusu oluşuyor yazmazsam. Hep bir şeyler eksik kalmış gibi geliyor.
Yazmak da acı veriyor yazamamak da. Sadomazoşist bir durum, çözmesi çok zor.

Romanın içeriği hakkında konuşmayacaktık yani konuyu ele vermeyecektik ama en çok sevdiğin karakter kim hikâyede?

Remzi. Remzi hemen hemen hiç konuşmuyor, duygularını açığa vermiyor. Suskunlardan. Kabullenenlerden o. Nazlı’yla ilgili duygularını hiç anlatmıyor. Kendini en az açık eden karakter. Onunla oturup bir çay kahve içip sohbet etmek isterdim doğrusu.

İnsan içinde bir yabancıyı barındırır; yazmak işte o yabancıya ulaşmaktır. M.D.

Sen birazcık olsun içindeki yabancıya ulaşabildin mi?

Ben bu güne kadar hayatın konuları içinde yaşarken içimdeki o yabancının hep farkındaydım. Senin de çok iyi bildiğin gibi normal yaşamımda çok neşeli, gülmeyi ve güldürmeyi seven bir insanım ama yazdığım metinler hep hüzünlü. Demek ki içimde hüzünlü bir karakter barındırıyorum. Ben buna şaşırmıyorum ama kızım, içimdeki kişinin çok karanlık olduğunu ve buna çok şaşırdığını söylemişti bir kez.

Bir kitap fuarı daha yaklaşıyor, heyecanlıyız, aklımızda almayı planladığımız türlü kitaplar var. Belki de bu güzel söyleşiden sonra Siyah Sardunyaları listelerine eklemek isteyenler çıkabilir, kim bilir?

Füsun Çetinel


1 yorum :

  1. İkinizi de kutluyorum, harika bir röportaj olmuş bu. Ayrıca hemen kitap fuarına gidiyorum:-)

    YanıtlaSil