Amitav Ghosh ve Ayfer Tunç
Boğaziçi Chronicles edebiyat söyleşisinin son konuklarıİngiliz edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Amitav Ghosh, 1956 yılında Hindistan'ın Batı Bengal eyaletinin başkenti Kalküta'da doğdu. Hindistan, Bangladeş ve Sri Lanka’da büyüdü. İşe Yeni Delhi'de gazetecik yaparak başlayan Ghosh, Oxford Üniversitesinde ekonomi eğitimi ardından sosyal antropoloji alanında doktorasını aldı. Kalküta Kromozomu, In an Antique Land, River of Smoke , Sea of Poppies, Circle of Reason ve Sırça Saray, Ghosh'un yazdığı bazı eserler. Ayrıca Ghosh bugüne kadar Man Booker ve Asya Booker gibi birçok önemli ödülün sahibi oldu. Karşılaştırmalı Edebiyat alanında Profesör unvanı ile Delhi, Columbia, Queens College ve Harvard’da dersler verdi. Sorbone Üniversitesi tarafından fahri doktora ile ödüllendirildi. Romanları birçok dile çevrilen Ghosh, Locarno ve Venedik Film Festivalleri jürisinde yer aldı. Makaleleri The New Yorker, The New Republic ve The New York Times’ta yayınlandı.
Roman ve öykü yazarı Ayfer Tunç 1964 yılında Adapazarı’nda doğdu. 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı öyküsüyle birincilik ödülü aldı. 1999-2004 yılları arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında altı Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. 2003 yılında Sait Faik'in öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi.
Ayfer Tunç
Sırça Saray’dan çok etkilendim. Milan Kundera derki, roman insana yeni bir şey katmıyorsa ahlaksız bir şeydir. Sırça Saray kendinden bekleneni yerine getirmiş bir roman, onu okuduktan sonra kendi kendime sorular sormaya başladım. Sırça Saray romanının ne yazık ki Türkçesi bulunmuyor, bu da bizim ayıbımız. Ghosh’un Türkçeye çevrilen çok az kitabı var. Romanında anlattığı muhteşem doğa, en önemli parçası edebiyatın. Kendini edebiyatın içinde bir mücevher gibi hissettiriyor. Ben doğa düşkünü biri değilim hatta şehir insanıyım diyebilirim ama beni bile çok etkiledi. Uzak Asya’yı çok az bildiğimi fark ettim bu romanı okuduktan sonra. Çokça haritaya bakma ihtiyacı hissettim. Saat farklılıkları, hangi ülke hangi ülkeye yakın, bunlar hep merak ettiğim şeyler oldu. Uzak diyarlar olan Bengal ve Hindistan ile ancak üç saat farkı varmış aramızda aslında. O kadar da uzak değiliz yani. Şok oldum öğrenince. 1985 yılında basılmış bu roman son derece renkli, elinizden bırakamıyorsunuz.
Çocukluğumda seyrettiğim bir dizi vardı. Kral ve Ben. Egzotik bir dünya fikriydi beni bu filme çeken şey. O zamandan beri çok şey değişti. Bengal Bengladeş, Siyam Tayland oldu. Çocukluğumdan beri sınırlar, ülkeler, yönetimler değişmiş. İlişkiler ne kadar zayıf bu ülkelerle, haklarında hiçbir şey bilmiyorum. Bu beni rahatsız etti. Kendime dair bir rahatsızlık hissettim romanı bitirdikten sonra.
Doğanın romanda aldığı pay bir karakter yaratıyor, doğa edebiyatın bir unsuru. Ortak bir kültürümüz yok orada anlatılan yerlerle. Hakkında hiçbir şey bilmediğin bir coğrafyaya dair şeyleri okuyunca merak ediyorsun. Ama okuduğum bazı paragraflarda ortak şeyler gördüm. Çocuk yaşta öldürülen hükümdarlar, entrikalar, hükümdarlık ilişkilerinin benzerliği. Bu bende bir merak oluşturdu. Bilgi toplama isteği, soru sorma isteği yarattı.
Ghosh’a ilk soruyu ben sormak istiyorum.
Anne diliniz Bengalce. Kalküta’da doğdunuz. İngiltere’de yaşadınız. Amerika’da oturuyorsunuz. Çok uluslu, çok dilli bir yazarsınız. Yurt sizin için ne ifade ediyor?
İlk önce sizi, böyle bir üniversitede okuma ve çalışma şansına sahip olduğunuz için, çok kıskandığımı söylemek istiyorum. Ev, yurt çok karmaşık bir terim. Diplomatik bir hayatım oldu benim. Nerede yazarsam orası benim yurdum. Brooklin New York, Goa Hindistan, bir masadan diğer bir masaya seyahat ediyorum. Hepsinde çok iyi çalışıyorum. Bugünün dünyasında bu artık çok normal. Hindistan’da bir sürü farklı dil, din ve ırk var. Her çeşit insan barındırıyor. Büyük bir ülke, çok seyahat etmek zorundasınız. Çocukluğumdan beri alıştım sıkça seyahat etmeye. İngilizce yazmaya başladım çünkü eğitimim İngilizceydi. Zaten artık herkes İngilizce bilmek zorunda, dünyanın işleyişi böyle.
Diğer sorular moderatör Barış Büyükokutan ve dinleyicilerden geliyor.
Ayfer Tunç ve Amitav Ghosh, iki romancı da birbirine geçmiş, birbirine dolaşmış hikâyeler kuruyorlar. Karakterleri çok fazla. Bu neden acaba?
Amitav Ghosh
Evet, Ayfer Tunç İstanbul gibi büyük bir şehirden. Ben de öyleyim. Kalabalık şehir, kalabalık ev. Akrabalar, arkadaşlar. Bu mutlaka yazıma sızmış olmalı.
Ayfer Tunç
Galiba benim olayım biraz farklı. İnsan hikâyelerine karşı aşırı bir ilgim var. Onun için Karakterler çok hikâyelerimde. Deliler Evi başka bir problemden doğdu. Memleket deliriyordu gerçekten. Feyyaz Kayacan’la birlikte bir çalışma yapmak istiyorduk. Taslak olarak bu roman çıktı. Arkadaşım Murat Gülsoy’a okuttum. Beni çok heyecanlandıracak şeyler söyleyince oturup yazmaya başladım. Büyük bir şehirde durmadan insan hikâyeleri çıkıyor ortaya. Ve hepsi de bir şekilde birbirine değiyor. Bir yerlerde birleşiyor.
İki yazarımız da romancı olarak dünya inşa ediyorlar. Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’te küçük malzemelerle bir dünya inşa ediyor Ayfer Tunç. Bu yaratma süreci nasıl gelişiyor?
Ayfer Tunç
Bilmiyorum. Size hep verdiğim cevabı vermek zorundayım. Yazar alacakaranlıkta yazar. Bilinç dışından doğan unsurlar var, bunlar dışarıdan romana transfer ediliyor. Planlamadığım şeyler oluyor yazıda, yol değişimi oluyor. Sonra bu unsurlarla bir metne göre ilişki oluşturuluyor.
İki tür yazar var. İçeriden dışarıya doğru yazanlar. Bir de dışarıdan içeriye doğru yazanlar. Sanırım Gosh ve ben, ikimiz de aynıyız. Dışarıdan içeriye doğru yazıyoruz.
Amitav Ghosh
Figüratif ve abstrakt resim olarak düşünürüm ben de. Ayfer Tunç çok haklı. Benim için bir dünyayı romana koymak çok heyecan verici. Romanı okuyanlar, orada kurduğum dünyanın artık unutulmuş olduğunu söylediler. Hatırlamak keyif verdi okuyuculara. Çok gurur verici bu benim için. Bilmek ve yazmak ikilisi diye düşünürüm romanı.
Amitav Ghosh acaba kimleri okumayı seviyor, kimlerden etkileniyor?
Ana dilimde yazılmış kitaplar, sizin adını bile duymadığınız Hintli yazarlar. İngiliz yazarlar. Liste vermek çok zor. Bengalli yazarlar var, hiç duymamışsınızdır. Melville, Balzac, Thomas Mann’dan Buddenbrooks Ailesi mesela. Bizim evde herkes okurdu, etrafta hep kitap vardı. Kuzgun gibi ben de hep kitap toplardım. Amcam da yazardır. Aynı soruyu ben de ona sormuştum. Gogol, Steinbeck, Gorki diye cevap vermişti bana. O kadar farklı şeyler var ki okuyacak, üzerinde düşünecek.
Doğulu bir yazar olarak size de neler yazmanız konusunda baskı var mı?
Yazarken baskı hep var. Ben kim okur bunu diye düşünmüyorum, geliyor yazıyorum. Zaten diğer türlüsü yanlış bence. Yazı okuyucusunu yaratır, okuyucu yazı yaratmaz.
Kökleriniz nerede?
Ben hep kendi deneyimlerimi yazmak istedim. Beni ilgilendiren şey köksüzlük belki de. Dünya hep kesişmelerin olduğu bir yer. Geliş gidişler, karşılaşmalar. Birleşmeler. Bir yerde olan şey diğer her yeri etkiliyor. Resimde de böyle. Bir yerde bir şey yapılıyor, herkes bundan etkileniyor. Bu bağlardan kaçış yok.
İkinizin romanları arasında bir akrabalık var mı?
Ayfer Tunç
Ghosh’un Sırça Saray romanını okurken kendimle epey bir akrabalık hissettim. Çok karakterli, çok anlatılı bir metin. Dallanıp budaklanıyor. Tematik olarak da bir akrabalık var aslında. Bengal, Hindistan, Burma, koca bir coğrafyayı kat ediyor. Oradan hikâyeler var. Kaygısı da benziyor. Bence akraba ayılırız.
Amitav Ghosh
Ben hayatlarla ilgileniyorum. Hayatların manası, dokusu. Benim gibi olmayan insanlar. Kadın karakterleri yazmayı çok seviyorum. Sınırların dışına çıkmak çok heyecan verici bence yazarken.
Bir yazar toplumda yaşanan başkaldırıları veya politik olayları yazmak zorunda mı?
Ayfer Tunç
Sanat kendi içindir. Gezi olaylarını ben toplumcu sanat yapıyorum diyen biri kullanabilir. Ben kendimi türle tanımlamayı sevmiyorum. Gerçek sanat eseri onun size hissettirdikleridir. Bundan etkilendim, şimdi oturup yazayım, demek iyi romancılık değil.
Amitav Ghosh
Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Çok yanıltıcı olabiliyor politikayı yazıda kullanmak. Gösteriş sadece, başka bir şey değil. Politika hayatın içinde var ve siz hayatı yazıyorsanız zaten ister istemez politikayı da bir şekilde yazmışsınız demektir. Bunu herkesin gözüne sokar şekilde yapmanın bir manası yok.
Yazmasaydınız ne yapardınız?
Amitav Ghosh
Yazmadan duramıyorum. Sabah kalkar kalkma yazmaya başlıyorum. Yalnızlık getiriyor yazmak. Benim tek sevdiğim, yapabildiğim şey bu.
Ayfer Tunç
Bu o kadar da büyütülecek bir şey değil. Eminim yazmayan insanların da var oluş meseleleri var, onlar da düşünüyorlar. Bence bu araçları biraz büyütüyoruz. Herkese göre farklı araçlar var. Benimkisi yazmak. Bir tek hayatım var ve bana yetmiyor bu. Sayısız hayatı tecrübe etmek için yazıyorum. İyi veya kötü fark etmez. Dışarıdan şeyleri yazabilmenin yolu bu.
Tezer Özlü içeriden dışarıya yazan bir yazardı. Başka bir hayata tutunma yoluydu bu onun için. Hiçbir sanat dalına hak ettiğinden fazla saygı göstermeye gerek yok. Kutsallaştırılmış yazma anlayışından hoşlanmıyorum. Büyütmeye gerek yok. Yirmi beş yıldır yazıyorum ve şmdi hatırlamıyorum ismini, bir yazar söylemişti.
Bırakabilen hemen bıraksın yazmayı. Bırakamıyorsanız zaten hep yazacaksınız demektir.
Füsun Çetinel
0 yorum :
Yorum Gönder