Alışveriş merkezinin saati on ikiyi gösterirken, Meltem, Hakan, kızları Duygu ve oğulları Sinan’la son model otomobillerini valeye teslim etmiş, yağmurlu İstanbul grisini arkalarında bırakıp döner camlı kapıdan ışıl ışıl bir dünyaya adım atmışlardı. Günlerden, haftanın beraber geçirdikleri tek günü, pazardı. Meltem Louis Vuitton çantasını güvenlikten geçirirken, röfleli saçlarını geriye savurup genç güvenlik görevlisinin günaydınına sırtını dönüverdi.
''Rezil gibiyim, acilen kuaföre gitmeliyim. Saat üçte Masa’da Gönüllerle olacağız. Aman bu sefer geç kalmayalım, gözünü seveyim. Karının dilinden kurtulamıyoruz sonra.''
''Bu kuaför işi de nereden çıktı? Hani buzdolabı bakacaktık. Çocukları başıma bıraktın yine.''
''Onları oyun alanına bırak. Otuzar liralık jeton aldın mı unuturlar dünyayı. Sen de kendine laptop bakacaktın hani. Her şeyi de benden beklemeyin canım. Bir pazarım var onu da burnumdan getirme lütfen.''
''Anne, hani birlikte alışveriş yapacaktık? Simli Babet alacaktık bana.''
''Sonra canım. Kuaförde işim bitmeye yakın mesaj atarım.''
''Baba… Duygu çocuk cennetine gitsin biz seninle akıllı telefon bakalım mı, hı?''
''Yok oğlum, başımı dinlemek istiyorum ben.''
Meltem’i, kuaförün kapısında, ay nerelerdeydiniz kendinizi çok özlettinizlerle karşılayıp hemen içeri buyur ettiler. Sade bir kahveyi eline tutuştururken, yıpranmış saçlarını bakıma aldılar. Manikürcü kız taburesini çekip, Meltem’in biçimli uzun ellerini jojova yağı ile ovmaya başladı.
''Artık bu ten rengi ojeden vazgeçmelisiniz, şu ara erik kurusu çok revaçta.''
En son dedikodulardan, modadan, kimin kimi aldattığından bahsettiler. Kuaförü Meltem’e saçlarını en son başka yerde kestirdi, diye sitem etti. Sonra da çapkınca yanağından bir makas aldı. Meltem kendini çok iyi hissediyordu artık.
Hakan, çocukları otuzar liralık jetonlarla çocuk cennetinin bıkkın ablalarına emanet etti. Plastik palmiyelerin altında bir masa bulup kahvesini sipariş etti. Kilosuna dikkat etmeliydi artık. Yan masadaki mini etekli yirmilik sarışınla göz göze geldiğinde çapkınca gülümsedi. Ellerini azalmış saçlarının arasında dolaştırdı, omuzlarını dikleştirip göbeğini içeri çekti. Benim yaşımdaki arkadaşlarımın hepsine beş basarım, dedi içinden. Telefonuna Meltem’den mesaj gelmişti. ''Bir saate işim biter, yemekten önce bir şeyler içelim mi?'' Kahvesinden gürültülü bir yudum aldı. Tekrar kafasını kaldırdığında sarışın güzel, insan irisi bir erkekle samimi bir şekilde öpüşüyordu. Boşuna umutlandım, diyerek kızdı kendine. Sen bir böceksin oğlum, bu huri sana niye baksın ki? Meltem’i de cevaplamak gerekti.
Duygu oyuncak standının önünde yeni çıkan elbise tasarım setini inceliyordu. Tasarımlarınla pırıltılı bir dünyaya gitmeye hazır mısın? Işıltılı moda dünyası. Setin içinde bulunan birbirinden tatlı, göz alıcı aksesuarlar ve kumaşlarla kendi stilini ortaya çıkaracaksın. Işıltılı tasarımlar için stil danışmanının tavsiyelerine göz atmaya ne dersin? Ben bunu kesinlikle almalıyım, dedi Duygu. Altı yaşındaydı ama annesi gibi ne istediğini iyi biliyordu. Camekândaki aksinde kendini inceledi bir süre. Göğüsleri niye hemen çıkmıyordu ki? Ya ayakkabıları, lacivert, dümdüz, bebek ayakkabılarıydı. Burnunu kıvırdı. Suri ne kadar şanslı bir kızdı. Topuklu ayakkabı giyebiliyordu o. Hırsla pullu pembe hırkasının önünü düzeltti, daha zayıf olmalıydı çok daha zayıf.
Sinan çoktan jetonlarını tüketip telefon bayisinin yolunu tutmuştu. Bu işi bugün bitirmeliydi artık. Sınıf arkadaşı oğlanlar ne yapıp edip aldırmışlardı ana babalarına. İçinden neler demesi gerektiğini tekrarladı. Onların, sen daha küçüksün onun için, diyeceklerini hayal etti. Bugün buradan iPhone5siz çıkış yoktu ona.
Saat ikide tüm aile kafede toplanmıştı. Çocuklar taze sıkılmış çim sularını içerlerken, Meltem bir duble espresso, Hakan ise buzlu taze nane yaprakları ve yeşil elma dilimleri ile süslenmiş ev yapımı limonatasını içiyordu. Meltem ojeli tırnaklarını inceleyip kuaförünün bu aralar istediği saç rengini tutturamadığından yakındı. Hakan, o aptal restorana gitmek istemediğini, canının şöyle kocaman kanlı bir biftek çektiğini söyledi. Meltem takma kirpikli gözlerini devirip baktı kocasına.
''Anne kahven bitince alışverişe gidebilir miyiz ama lütfeeen,'' diye yalvardı Duygu.
''Okul başarımın niye bu kadar düşük olduğu hakkında en ufak bir fikriniz var mı acaba,'' diye sordu Sinan bilmiş bilmiş.
''Sınıftaki bütün oğlanlarda var bende yok onun için.''
''Ay yine mi iPhone5!''
''Oğlum senin aynı işleri yapan cep telefonun var ya zaten.''
''Navigasyonu var…''
''Sen araba mı kullanıyorsun ki?''
''Üstelik Mac’in yapabildiği her şeyi yapıyor. Her türlü programı indirebiliyorsun.''
''Kafayı mı yedin? Mimar mühendis misin nesin.''
''Milyon tane şarkı alıyor.''
''Tamam, tartışma bitmiştir.''
''Kendine, istediğin o pahalı yüzüğü aldın ama.''
''Bak çarparım ağzına. Ne biçim konuşuyorsun sen. Benim ne yaptığım üstüne vazife mi senin.''
''Ne yüzüğü Meltem?''
''Babanıza söylemeyin dedi bize.''
''Şunlara bak ya. Bacak kadar boylarıyla bizi bir birimize düşürecekler.''
''Cevap vermedin Meltem. Bekliyorum.''
''Ya, annemin parası sana ne. Bana kalan para, istediğim gibi harcarım.''
''Benim kazandıklarım bizim paramız oluyor ama.''
''Allah kahretsin, kırk yılın başı ailece bir şey yapalım dedik. Nefret ediyorum hepinizden.''
''Bağırma Meltem, herkese rezil mi olalım ?''
Meltem gözleri nemli, Soma’ya yardım masasının başındaki görevliyi görmezden gelip tuvaletlerin koridoruna daldı. Bayanlar tuvaletinin parlak keskin ışıkları içinin daralmasına hafifletmişti. İç içe geçip sonsuzluk hissi veren aynalarda ince uzun bedenini her yönden inceledi. Bu hayvandan çok daha fazlasını hak ediyordu. Çocuklar olmasa ne yapacağını bilirdi o. Suratına soğuk su çarptı biraz. Hafif kırışıklıklar fark etti göz altlarında. Vitamin iğnesi yaptırmak için geç bile kalmıştı. Biçimli parmaklarındaki yüzüğü inceledi. Çocuklar söylemese Hakan gerçek olduğu fark etmezdi bile. Durup dururken problem çıkmıştı. Moralini bozamazdı. Dedikoducu Gönül’ün ağzına laf vermek isteyeceği en son şeydi.
Gününü muhteşem yemekler eşliğinde bir şölene dönüştürmek ister misin, yazıyordu kocaman harflerle Masa restoranın girişinde. Bahçe kısmındaki bir masada, Gönül ve kocası Hakan’la Meltem’i karşıladılar. Çocuklara arkada başka bir yer ayarlamışlardı. Birbirlerini ne kadar özlediklerini söylediler gözlerini kaçırarak. Kıyafetlerini süzdüler baştan aşağı. Erkekler kendi göbekleri hakkında şakalar yaptılar. Önden çiğ başlangıçlar aldılar. Kırmızı şarap içildi. Kimi siyah makarna yedi, kimisi odun ateşinde pizza. Yüksek sesle kahkahalar attılar, araba markalarından, deri ceketlerden, özel okullardan, yurt dışı seyahatlerinden, Türk hizmetlilerin pahalılığından bahsettiler. Kadınlar tabaklarının hepsini bitirmediler. Birkaç çatal alıp bıraktılar. Erkekler kahve ve konyak yanında puro içti. Kadınlar mentollü sigara. Hesabı ödemek için bir birleriyle yarıştılar. Gönül iki ara bir derede Meltem’e erkekler hakkında nasihatler verdi. Gözlerinin altının neden morardığını sordu. Sonra da Hakan’a baktı manalı bir şekilde. Köpekbalığı Gönül’dü lakabı. Hiçbir koku kaçmazdı burnundan. Çocuklar birbirleriyle itişmeye, aksileşmeye başlamışlardı. Yanaklarını birbirlerine değdirip ayrıldılar restoranın kapısında.
Duygu simli babetsiz, Sinan iPhone5siz, Meltem ve Hakan sevgisiz, valenin arabalarını kapıya getirmesini beklerlerken, Hakan’ın gözleri yandaki araba reklamına takıldı, Keyif, ışıltısıyla göz kamaştırıyor. Bu yüzük olayı iyi olmuştu aslında, ne zamandır arabasını değiştirmek istiyordu da karısından çekiniyordu. Belki oğlan da bir iPhone5i hak ediyordu. Çok keyifli bir alışveriş gününü daha arkalarında bırakmışlardı.
Çok Keyifli Bir Alışveriş Günü Daha
Posted by Unknown on 16:05 in İstanbul'u Yazıyorum , Öykü | 0 yorum
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum :
Yorum Gönder