Yeni Şeyler Denemek
Nalan Barbarosoğlu’nun, Yeşim Cimcoz Yazı Evinde ağırladığı ikinci söyleşi konuğu Başar Başarır’dı. Düzenboz ve Teklifinizle İlgilenmiyorum kitapları üzerine konuşuldu.N.B: İlk kitabın çıktığında yirmi iki yaşındaydın. İlk kitap öncesi edebiyata olan ilgini öğrenmek istiyorum. Bize biraz o dönemden bahsedebilir misin?
Heves, gençlik, delikanlılık, şimşek gibi dünyayı değiştirme arzusu, acemi, cahil, cesur, kendini ifade etme arzusu, içini dökme isteği. Bence yazmaya böyle başlıyor insan. Söylemek, iç dökmek, rahatlamak için yazıyor. Cümleleri hikâyelere püskürtüyor.
N.B: Bunların basılacak hale geldiğini nasıl anladın?
İstanbul Erkek lisesinde okudum. O piyasada yokuştan aşağı inip çıkıyorsun her gün. Oraya giren çıkanları, dosya götüren ağabeyleri görüyorsun. Tüm o insanlara gıcık oluyordum. Otoriteye karşı çıkıyordum. Marifet olarak görünüyordu o zamanlar. Sonra üniversitede insanlarla tanışmaya başlıyorsun. Adnan Özer’le tanıştım o sıra. Tamamıyla hayal dünyasında bir adamdı. Bir gün arkadaşlardan biri ‘’Başar da yazıyor,’’ demiş. Dosyamı okumak istedi götürdüm. Beğendi. Çok büyük bir heyecanla basmak istedi kitabımı. Yerebatan sarnıcının arkasında berbat bir yerdeydi Armoni basımevi. Ben de peki dedim. Benim kitabı bastıktan sonra hemen battı yayınevi. Ama yeni bir maceraya girdiler sonra.
Hayatta ne yapacağımı bilmiyordum o sıralar. Üniversitede makine mühendisliği okuduğum yıllar boyunca turist rehberliği yapmıştım. İyi paralar da kazandım.
1992 yılında internet yoktu, kargo yoktu, kredi kartı yoktu. Arasanız da bulamıyordunuz. Kitapçılara gidip sormanız gerekiyordu. Varla yok arasıydı kitap. Bir kere Cumhuriyet kitap ekinde röportaj ayarladılar sonra söndü gitti kitap.
Yıllardır medyada çalışıyorum. Arkadaşlarım fikir olarak yazdığımı bilirler ama ne yazdığımdan haberleri yoktur. Okumazlar.
N.B: Öykü kitabı okur sayısı hiç değişmiyor. Ortalama sekiz yüz civarında. Böyle de bir gerçeğimiz var.
Biz, öykü yazarları olarak kaybettik. Eskiden böyle değildi. Okur kitlesinin yüzde yetmişi kadın okuyucu. Kozmetik endüstrisi gibi. Reklam da içerik de öyle. Pembe kapak diye bir şey var artık. Erkeklerin vakitleri de, kültürleri de yok. Bir insana otuz beş yaşında Ipad kullanmayı öğretebilirsiniz ama kitap okumayı öğretemezsiniz. Bir çocuğun kitap okuma alışkanlığını kazanabilmesi için evde her yerde kitap olmalı. Birileri çevresinde hep kitap okuyacak, ana babası, teyzesi. Daha sonra bunu öğrenmesi çok zor, hukuk fakültesine gitse bile. Son olarak da erkeklerin kitaplara faydacı bir yaklaşımı var. Kitap bana ne verecek, diyor. Bir şey çıkarmaya çalışıyor kitaptan. Onun için de kurgudan kaçıyor. Tarih, araştırma, siyaset okuyor. Kafa boşaltma için polisiye okuyor. Oysaki edebiyat bir şey öğretmez. Siz okursunuz ve oradan bir şey kalır sizde.
Eskiden yazmak çizmek bir şeydi, şimdi değil artık. Okulların okuma kulüpleri var, listeler tutuluyor en çok kim kitap okudu diye. On çocuktan yedisi kız. Daha fazla kitap yayınlanıyor evet ama temel olarak roman satılıyor. Roman rüştünü ispatlamış. Herkes roman yazmak istiyor. Okuması kolay. Ortalama romanda belli başlı kişilerle bir olay örgüsü anlatılır. Romandaki ‘’ben’’ bellidir. Bir öykü kitabında on iki farklı ben bulabilirsiniz.
1980 sonrasında öyküde tarz kendini ihbar etme oldu. Ne eğlendiriyor, ne hareketlendiriyor öyküler. Bir öyküden diğerine geçerken anlamıyorsunuz bile biri nerede bitti, diğeri nerede başladı. İyi öykü kitaplarında aynı şeyler olmaz. Bu nedenle öykü kitabı olarak basıldığında okunması zor oluyor. Öyküler bunalımdan bunalıma geçen bir şey olursa kimse okumaz. Kim senin bunalımını okusun?
N.B: Yirmi iki yıldır öykü yazıyorsun. Öykü sana ne ifade ediyor? Şimdiye kadar hiç roman yazmadın. Tomris Uyar da roman yazmadan öldü. Senin için öyküyü çekici kılan nedir?
Yazmayı çekici kılan neyse o. Zevk veriyor, mutlu ediyor, farklı hissediyorum, tanrısal bir şey, tatmin duygusunu yaşıyorum. Hayata karşı benliğimi savunmama iyi geliyor, beni güçlendiriyor. Kısa sürede öykü yazarım, bir hafta içinde bitiririm. Ama çok çalışırım, notlar alırım. Roman yazmak için iki üç ay kapanmam gerekirmiş gibi geliyor. Öyküyü kafamda ölçüp biçebilirim. Zaman mekân bütünlüğünü yakaladım mı yazabiliyorum. Sanıyorum bunu yapabildiğim için öykü yazıyorum.
Bence sanat eserinin biricik ölçüsü samimiyettir. Yazarın kendisi ne olursa olsun! Yetenekli ve samimi yazar en iyisi tabii. Birçok yetenekli yazar var, samimi değiller. Ben okur peşinde yazmıyorum. Rahatım kendim için yazıyorum. Gerçi beğenmediğim kitapları da okur bitiririm ama samimi yazarları hemen yakalarım.
N.B: 2004’te öykü kitabında araya es verilmesi söylemin epey tartışma yaratmıştı.
Evet bunları söyledim. Sonra kitaba her öykünün arasına araya illüstrasyon koydum, trafik işaretleri. U dönüşü yapılmaz gibi. Mesajlar veren, yarı komik şeyler. Duraksama anı yaratmak için. O dönemde bir faydası olmadı. Bülent Erkmen kitabı almış. Beni gördüğünde, anladım ne yapmak istediğini ama o iş öyle olmaz. Bir daha beraber yapalım, dedi. Bunları konuştuktan sonra tam sekiz yıl bir şey yazamadım. Sonra Düzenboz’u yazdım. Altı bölüm var içinde. Ben, sen, o, biz, siz, onlar. Bülent Erkmen’e gittim. Böyle bir kitap yazdım, dedim. Duraklama yaratma tasarımı yapabilir misin? Hatırlamadı yıllar önce dediklerini ilk önce. Neyse sonra yaptı. Öykü aralarında boş sayfalar bıraktı. Sonra her kitaba numara verdi. Çoğaltılmasını önlemek için özel kapak yaptı. Sanat eseri oldu ama kitap kayboldu gitti yine. Böyle bir deneyim geçirdiğim için ben mutluyum. Konsept, proje bir kitap oldu.
N.B: Teklifinizle İlgilenmiyorum yapı itibariyle çok farklı. 2014 Yunus Nadi öykü ödülünü aldı. İçinde dokuz öykü var. Neden üçüncü öykünün adını koydun bu kitaba?
Kitaba ad koymak gerçekten çok zor bir şey. Çok uğraştım. Kolay değildi. Çaresizlikten birini seçeyim dedim. En kitap ismi bu geldi bana. Özel bir durum yok yani.
N.B: Müzedeki Çocuk öyküsü fantastiğe göz kırpan bir öykü. Bunun yazın yolculuğunu paylaşır mısın bizimle?
Emrah Yücel’in L.A Hollywood’da bir ajansı var. Müthiş bir yer. Buralara nasıl geldin, diye sordum kendisine.
Yazın Adana’ya teyzemin yanına giderdik. Amerikan üssünün çöplerini karıştırırdım. Dergiler vardı. Buradaki fotoğraflar görsel olarak beni çok etkiledi. Annem babam o sıra TRT’de çalışıyordu. İngiltere’ye giderken beni de götürmek zorunda kaldılar. Bir gün işleri vardı beni National Gallery’ye bıraktılar boynuma isim kartı asıp. Sonra gelip alacağız seni dediler. İlk önce çok kızdım annemlere ama sonra resimlerin arasında kendimi kaybettim. Unuttum onları. Sonradan anladım ki benim için çok iyi bir şey yapmışlar aslında.
Emrah’ın anlattıklarından çok etkilendim. Çocuklarımızı koruyacağız diye onları kapatıyoruz aslında. İşte Emrah’ın anlattığı bu hikaye ile dönüp yazdım Müzedeki Çocuğu.
N.B: Teklifinizle İlgilenmiyorum’a bir bütün olarak baktığımızda sence bu kitabın hangi yazarlara yakın? Bana bazı öyküler Sabahattin Ali’yi çağrıştırdı.
Çok varyantlı bir anlatı var, belki bir karmaşa var. Drakula öyküsü biraz feyyaz Kayacan. Seher, Oğuz Atay renginde şeyler söylüyorlar. Takip ettiğim bir öykü çizgisi yok. Sait Faik çok severim ama asla onun gibi yazmak istemem. Haldun Taner’i severim ama mizahı bana göre değil. Hepsi büyük, kült parçası ama oradan çıkmamız gerek.
Şimdi bizim işimiz sudan çıkıp uçmak, yeni şeyler denemek. Hayatım halim selim ama yazarken yeni şeyler denemek istiyorum. Kimi yazdıklarımı atmasyon ve ucubik buluyor. Ama okura göre yazmıyorum ben. Yüzlerce öykü kitabı yazılıyor ama düzgün bir eleştiri yazısı yok. Hepsi tanıtım yazısı. Yalnız başıma, kendi kendime karanlıkta bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Acımasızca eleştiren bir eşim var neyse ki. Artık kitaplar arkeolojik bir değer taşıyor. Bugün için bir anlamı yok. Ödülü aldıktan sonra ne iyi ne kötü bir yazı yazıldı.
Söyleşinin tamamını aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz.
http://yazievi.yesimcimcoz.com/
0 yorum :
Yorum Gönder