Konuşan Masa

Masa Konulu Tablolar


Konuşan masa etrafında on iki meraklı kişiydik. Kimimiz ressam, kimimiz yazar, kimimiz sahne sanatlarından. Yıllardır görmediğim sevgili dostum, çocuk kitapları illüstratörü Huban Korman’la da Konuşan Masa sayesinde karşılaştım.

Çağla Göksu, Mimar Sinan Üniversitesinde plastik sanatlar koordinatörü ve ressam. 120 tablo görseli eşliğinde, bize Rönesans’tan günümüze Avrupa’da ve Türkiye’de, masa konulu figürleri tanıttı. Masa kültürü Türklere çok daha sonraları geldiği için gösterilen eserler tabi ki de Batı ağırlıklıydı.

Leonardo da Vinci'yle başlayıp Recep Batuk’la bitirdik geceyi 
Pieter Brueghel’in masasında, İncil’in dışında günlük hayatın rastgele izlerini ve neşesini yakaladık. Manet, Monet, Renoir, Degas, Gaugin, Picasso, Holbrook, Şeker Ahmet Paşa, Mahmut Cuda, Fikret Mualla, Cihat Burak’ın masalarında bize anlatmak istedikleri hikâyeyi görmeye çalıştık. Göremediklerimizi de güler yüzlü eğitmenimiz Çağla Göksu gösterdi. Bimece parçalarını on iki çift meraklı gözle bir araya getirdik.

Öykü bütün sanat dallarından beslenir ama bence en çok şiire ve resme yakındır. İyi öyküler, sözcüklerle yapılan resimler değil midir zaten? Hemingway örneğin, Beyaz Fil Tepeler öyküsünü yazarken, Cezanne’den, onun ‘’basitmiş gibi görünen fırça darbelerinin aslında duygularını son derece kontrollü bir biçimde dışa vuruşundan’’ yararlandığını söyler.


Ben en çok Frida Kahlo’nun yemek masasından etkilendim. Leonardo’nun masasında et, şarap, ekmek varken Frida kendini yatırmış masaya, üzüntüsünü, hastalığını, ölümünü, erkekleri, düşüncelerini. Yemek masasını ameliyat masasına çevirmiş. Üretkenliğini, kısırlığını sorgulamış. Tüm yaşamını didik didik etmiş bu masada. Kendi kendini yemiş bitirmiş. Kutsallığı simgeleyen beyaz masa örtüsünü bir kenara atmış, yeşil sermiş masaya. Doğanın yeşili onun kutsallığı. Güneşin doğuşu, batışı. Sonra her tarafına ok saplanmış bir geyik var tam masanın önünde, Frida hep yaralıydı ya zaten. Acılarını resmeden kadındı o.


Vincent Van Gogh’un masasında ışığın vurduğu tozlu patatesler var. Sabah, öğlen, akşam yenen ama hiçbir zaman şikâyet edilmeyen patatesler. Karanlık bir huzur var aynı masanın etrafına toplanmış yoksul insanların suratında. Patates ekenler. Patates Yiyenler.


Salvador Dali’nin masası ise sürreal. Belleğin Azmi ya da Eriyen Saatler(La Persistencia de la Memoria ) diye bilinen tablosunu yapmak için atölyesinde çalışıyormuş. Bir zaman kompozisyonu kurmak istiyormuş ama nasıl yapacağına bir türlü karar veremiyormuş. Zaman nasıl çizilir? Belki bir saat çizebilirim, diye düşünmüş.  Çok sıradan gelmiş. Biraz şarap içmiş,  birkaç üzüm atmış ağzına. Camambert peyniri masanın üzerinde tabakta duruyormuş. Uykusu gelmiş, kanepesine kıvrılıp yatmış. Sabah uyandığında yanı başında erimiş, kendini odanın sıcağına teslim emiş, Camambert ile göz göze gelmiş. İşte bu demiş, şekil değiştiren, eriyen bir zaman tam da aradığım. Artık kompozisyonunu nasıl kuracağını biliyormuş.


Botero’nun piknik örtüsünü es geçemem. Tombul muzlar, çatlayacak denli büyük portakal.Kendi tarzında şişman insan modeli ile hafızalara kazınmıştır sanatçı. Gerçekçi dünyaları anlatırken gerçek dışılık yaşatır. Fizik kuralları yerine kendi bakış açısını verir. Yemek yemenin ve şişmanlığın tabu olduğu günümüzde bana cesaret verdiği için seçtim inadına.


Mihri Müşfik Hanım.  Kendisi farkına varmamış da olsa çok farklı resmetmiştir masadaki karpuzu. Gerçeklerle yüz yüze bir kadın olarak çekirdekli bir karpuz çizmiştir. Aynı ve daha eski dönemin erkek ressamlarının tablolarındaki karpuzlar ise çekirdeksizdir. Hizmetkârları veya eşleri, karpuzun çekirdeklerini ayıklayıp öyle masaya getirmiş olmalılar. Başka nasıl açıklanabilir ki bu çekirdek meselesi?


Recep Batuk’un masasındaki Sucuklu Yumurta basit, sıradan ama bir o kadar da insana ait. Sanatçı bir pazar sabahı evinden çıkar. Apartmanın içini sucuklu yumurta kokusu sarmıştır. Canı fena halde sucuklu yumurta çeker ancak çalışmak için bir an önce atölyesine gitmesi gerekiyordur. Baştan çıkartıcı koku hep aklındadır. Atölye çevresinde hiçbir açık bakkal bulamaz, ancak tuvaline tava içinde yağları cızırdayan sucuklu yumurta çizer.

Masa ve yemek iki ayrılmaz parça. Biz de gece boyunca bunun keyfini çıkarttık. Aynı masanın çevresinde yedik, içtik, sanatçıları ve sanatı konuştuk. Konuşan Masa’da çok değişik temalar var ve her gün yenileri eklenmeye devam ediyor; Masallarda Yemek, İki Mutfağın Kesiştiği Noktada, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Mutfağı, Likör ve Şerbet Yapımı Atölyesi.

Detaylı bilgi için;
http://konusanmasa.com/?p=116

Füsun Çetinel


Yazı Maratonu Alıştırmaları 1


Yazı Maratonu Devam Ediyor...

Dokuz günün sonunda aşağı yukarı 1000 metre uzunluğunda bir satıra yazı yazdık! Az buz değil. İş güç, hayat gailesi vız geldi tırıs gitti. Adı üzerinde, Hayatım Roman Yazı Maratonu. Disiplini bozmadık, durmadık yazdık. Birbirimizin yazdıklarını okuduk, duygulandık, kimi zaman ağladık kimi zaman güldük. Kendi unuttuklarımızı hatırladık. Utanmadan sıkılmadan soyunup tüm samimiyetimizle yazdık. Belki sizler de yazmak istersiniz diye dokuz günün alıştırmalarını paylaşıyorum.

1. En Etkilendiğim Öğretmen
Liste yapmak günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız yararlı bir alışkanlık. Bilgi toplamanın da en kısa yolu. Alışveriş listesi, sınıf listesi, arkadaş listesi, ilaç listesi. Kronometreyi beş dakikaya ayarla ve listele! Senin üzerinde çok büyük bir etki bırakan öğretmenin hakkında aklına ne gelirse, cümle kurmadan kelimelerle listele. Nasıl biriydi? Nasıl kokardı? Ne giyerdi? Nasıl konuşurdu? Sadece cevaplarını bildiğin şeyleri yazmak zorunda değilsin. Bildiğin bilmediğin her şeyi listele! Sonraki bir kaç dakikada bu listeyle öğretmeninin kısa bir hikâyesini yaz!

2. Groundhog Day - Dağsıçanı Günü
Her yıl 2 Şubatta, Amerika'da Dağsıçanı Günü kutlanır. Pennsylvanya'da sabah 7.20'de Punxsutawney Phil kovuğundan çıkıp kışın bitmesine ne kadar kaldığını bildirir. Altı hafta daha! Bu tür tahminlere ne kadar değer veriyorsunuz? Kırık ayna, siyah kedi sana şanssızlık getirir mi? Kaşınan avucuna hiç para geldi mi? Güneş girmeyen eve doktor girer mi gerçekten? Merdiven altından korkmadan geçer misin? Bugün batıl inançlardan, inançlardan, kalıplardan bahsedelim biraz da. Ama ilk önce Groundhog Day nedir araştır!

3. Yazmak Çok Eğlenceli
Bugün yazında devrim yap! Bilgisayarda yazıyorsan karakterleri büyüt, fondu değiştir, renklendir. Deftere yazıyorsan bambaşka renklerle yaz. Yazının içeriği nasıl da değişecek. Bugün, sevdiğin veya sevmediğin bir özelliğini yazacaksın. Bu vücudundaki bir iz, ben, yara, et beni veya siğil olabilir. Karakter özelliğin olabilir, inatçı, asabi, hayır diyemeyen... Davranış olabilir, tırnak yemek, tik. Seni engelleyen veya benzersiz kılan bir özellik. Seni diğer insanlardan farklı kılan bu özelliğini anlat. Nasıl hissediyorsun? Elinden gelseydi değiştirir miydin? Patricia'nın sağ baldırında bir doğum lekesi varmış. Gençliği boyunca annesi etek boyunu ona göre ayarlamış. Kızın başına dert olmuş leke:)

4. Hafıza Envanteri
Bugün hafıza envanterinde şöyle bir gezintiye çık! Geçmişten gelen eşyaların ve hikayeleri. Bu eşya sana çok eski aile büyüklerinden kalmış olabilir. Veya onu yaşamının bir evresinde çok beğenip satın almış olabilirsin. Sana anlam ifade eden herhangi bir eşyayı seç. İlk önce bu şeyin fiziksel tanımını yap ki okuyucun gözünün önüne getirebilsin. Sonra da anlat. Bu eşyanın ilk sahibinin yaşadığı zaman ve yer? Sana kim verdi? Senden önce başkasına mı aitti? Sana ne ifade ediyor? Nerede saklıyorsun veya sergiliyorsun? Dolap köşelerinde bir yerlerde mi gizli yoksa salondaki büfe üzerinde mi? Patricia'nın hazinesi ananesinden kalma beyaz çiçekler ve koyu yeşil yapraklarla bezeli muhteşem bir cam sürahi. 1933 yılında evlenen ananesine evlilik hediyesi olarak gelmiş. Sadece çok özel zamanlarda kullanıyor...

5. Çocukluğun Tadı
Bazen yazarken beş duyumuzu kullanmayı unuturuz. Tat, dokunma, duyma, görme, koklama duyularımız var. O zaman, bir şeyi tanımlarken niye hepsini kullanmayalım. İlk önce çocukluğunun yemeklerini listele. Sadece kelimeler. Sonra listeden bAir tanesini seç ve onu etralıca yaz. Bu yemek niye çocukluğunu hatırlatıyor? Tadı nasıldı? Nasıl görünüyordu? Yerken ses çıkarıyor muydu? Dokusu nasıldı? Seviyor muydun, nefret mi ediyordun? Kim pişirirdi? Özel günler için mi yoksa her gün mü pişerdi? Pişmesine yardım eder miydin? Niye sende bu kadar yer etti? Eğer bu yemeği şimdi yapabilseydin kiminle paylaşmak isterdin? Niçin?
Dikkat: bu alıştırma yemek öncesi aşırı miktarda acıkmaya yol açabilir.

6. Kısa Mesafe 
Artık atağa kalkma zamanı geldi. Bu günkü çalışma için bu yazının sonunda beş kelime vereceğim. Kelimeleri merak edip okumaya başlama lütfen! Her kelime için bir dakika yeterli. Kronometreyi ayarla. Aklına geleni yaz, kısa ve etkili, kelime yazmak veya kelime kelime yazmak en iyisi. Her şey kabul, ne kadar mantık dışı olursa olsun. Ve bu şekilde beş kelimeyi sırasıyla tamamla. Geriye dönüp oku bakalım neler yazmışsın, ne komik ve çılgınca şeyler. Bir tanesini seçip onun hikayesini yaz.
Kelimelerimiz: 1. Mantarlar 2. Kırık bir şişe 3. Rüya görmek 4. Eller 5. Matematik.

7. Hafıza Şöleni
Evet yazı maratonunun yarısına geldin ve ikinci yarılar hep daha çabuk geçer, yazmanın keyfini çıkar. Bugün fazla bir açıklama vermeyeceğim. Sadece yaşamanı istiyorum. Zaten de aşağıdaki videoyu izlemen yeterli olacaktır sanırım. Aklına yazmak için yüzlerce şey üşüşecektir. Dinle, izle ve özümse. Bir şey hatırlamaya, not almaya çalışma. Arkana yaslan ve gevşe! Yazmak için gerekli olan şey kendiliğinden gelecektir.
Video izle-- http://www.youtube.com/watch?v=c9KHo9z86rA

8. Alışkanlıkları Kırmak
Yazarlar alışkanlıkları olan yaratıklar. Kalemleri, belirli kâğıtları, masa ve iskemleleri, olmazsa olmazları var. Bugün bunlardan kurtuluyorsun. Her zaman yazmadığın bir yerde yazmayı dene! Açık havada, parkta, ormanda, deniz kenarında... Hava çok soğuksa kapalı ama farklı bir mekânda yaz! Kafe, restoran, banka neden olmasın? Belki gürültülü ve kalabalık bir restoranda. Her zamankinden biraz hızlı yaz. Günün karmaşası içinde yazacak bir yer illaki bulursun. Yazına şu cümleyle başla
'' ... olduğunda yanlış yapacağımı biliyordum.''
Cümle seni nereye götürecek bakalım?

9. Hastalıklar
Bugün konumuz hastalık! Çocukluğunda ailen hastalıklara, yara berelere nasıl tepki verirdi? Evde hazırlanan ilaçlar var mıydı? Tavuk suyuna çorba, Viks krem, bebek aspirini, veya hatırladığın başka ev ilaçları neler? Belki de hastalıklar ortada kan ve kırık olana kadar pek ciddiye alınmazdı? Çocukken, hasta ve yaralı olduğunda, nasıl tedavi ederlerdi seni, yaz!

HayatımRomanYazıMaratonu facebook sayfamıza katılabilir, günlük alıştırmaları izleyebilir ve yazarak bizlerle paylaşabilirsin. 

Füsun Çetinel

Bir Cüce Akşam

Sarı bir kum kovası görürsünüz deniz kenarında

Bir çay bahçesinde bir kadın konuşuyordur kendi kendine veya bir şiir okursunuz. Ve birden canınız yazmak ister. İşte bu da öyle bir şey…

Bir İntihar Akşamı Üstüne Söylenti, Turgut Uyar 

Kısacık yoğun bir akşam
herkezin yüzünün bir anıya karıştığı
yoğun bir akşam
bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
ve bir intihar üstüne söylenti
bütün kıyıları dolaştı durdu
kısacık bir akşam
Kısacık serin bir akşam
kelebeklerin atlarla yarıştığı
yoğun bir akşam
bazı mektuplar damgalandı postanelerde
oturuldu bir takım şarkılar söylendi
bir adam bir kadının kapısını vurdu
kısacık bir akşam
Neyi söylesem bir kahramanlıktı
içinde azıcık buluştuğumuz
bir bulutla bir kağıt peçete arasında
kısacık yoğun bir akşam
şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
kısacık yoğun bir akşam
Her şey bir unutkanlıktı
arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
kıcacık yoğun bir akşam
biliyordum bir soğuktu nereye varsam
bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
kısacık yoğun bir akşam.
Kim karıştırdı gerçekliğine
yaşadığım sonsuzluğun
ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
kısacık bir akşam
duraladım ne yapsam
Kim karıştırdı gerçekliğine
su terazilerindeki ensizliğin
ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
kısacık bir akşam
o kadar kısa ki bir akşam
yüzümü suyun ardında buldum
kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
kısacık yoğun bir akşam
serin bir akşam öyle söylediler…

BİR CÜCE AKŞAM

Bir cüce akşamda toplaştık. Tekinsizler. Sarhoşlar. Kendini boydan boya kesenler. Kanlı duvar dibinde çömelip bekleşenler. Tuhaf cinayetler. Tenhada ırzına geçilenler. Hepimiz nasıl da sığışıverdik benim soğuk, karanlık, yalnız akşamıma.

Yorgun bedenimi kirli, buruşuk bir demirbaş listesine kaydettiler. Erkek, dediler. Kırk beş yaşlarda, bir seksen boylarda. Zayıf, gri saçlar. Sağlam dişler. Kafada darbe yok. Nefes borusu temiz. Ciğerlerde bol miktarda tuzlu su ve nikotin, öyle söylediler. Sedyelerin ardından bir sarhoş kustu. Karafatmalar ilerledi sıva çatlağı boyunca.

Hayatımı naylon bir poşete tıkıştırdılar. Anahtarlar, limiti aşılmış kredi kartlarım, kimliksiz kimlik belgem, hafızası boş telefonum, keşkeler karalanmış saf peçeteler. Ağır metal masalarda kâğıtlar damgalandı. Merdivenler inildi, çıkıldı çokça. Adıma özel afili bir kart yazdılar. Bir köşede bir kadın hıçkırdı biraz. Kar beyazı bir örtü dokundu tenime hafiften. Cılız floresan ışığında hayalet söylentiler dolaştı ağızdan ağza. Beyaz, sonu görünmeyen koridorlarda.

Âşıkmış, pek âşık.
Karşılıksız.
Dağlara taşlara. Yaratana.
Gidip de gelmiş öte tarafa.
Yapraklar konuşmuş fısır fısır.
Göremediklerimiz görünmüş.
Allah düşmanıma vermesin. Cık cık cık.
Ağır gelmiş kadına. Bir birleşmişler, bir ayrılmışlar.
Hişşş, sessiz ol biraz.
İşten güçten olmuş. Yazık etmiş kendine, ne fena.
Kadın pek de güzel. Ağlar tabii, giden gelmez.

Her şeye kahrolur oldum karanlık akşamlarda. Yağmurda dolaşan ıslak köpeğe, cam önünde büzülen kediye, patik satan yaşlı nineye, siyah önlüklü okul çocuklarına, vapurun köpüğüne, bağıran deliye. Sızladı her yanım. Seviştim, sana kızdım. Nereye dönsem soğuktu akşam. Yün çoraplar giydim ayağıma, yorganlara girdim, bedenimi sobalara yapıştırdım. Gözlerimi yumdum, gitmedi soğuk. Çekiştirdiler dört yanımdan. Konuştular, peşimi bırakmadılar. Kendimi bulamadım ara sokaklarda.

Şiirler döşendim. Yırttım. Yazdım yeniden. Kapılar çaldım, kapılar kapadım yalnızlığıma. Kafamda toz duman atlar yarıştı. Dizginleyemedim. Vedalar yazdım dağa taşa. Hoşça kal demediler. Perdeler çekildi aydınlığıma. Sular seslendi adımı. Usul usul. Kıpır kıpır. Kıyılar vaat ettiler. Sıcak, sımsıcak. Sarmalanmak istedim merhem gibi. Kuyrukları pul parlak denizkızları çeldi gözlerimi. Bedenime kaygan bedenleri değdi. Üşüdüm. Senin kadar uzak baktılar donuk gözlerle. Alışırsam ısınırım sandım. Yüzdüğüm kıyılara varamadım, öyle anlattı dedikoducu karafatmalar beyaz koridorlarda.

Ağır metal bir kapı kapandı konuşulanların üzerine. Yabancı bir rüzgâr esti bir yerlerden. Tüylerim ürperdi, gitmekle kalmak arasında.

Füsun Çetinel





Hatırlıyorum

Yazmak İçin Hatırlamak


En çok neyi hatırlıyoruz? Ölüm, doğum, düğün, sünnet, hastalık, cenaze gibi önemli anları. Daha ufak detayları zihnimizin gerisine itmişiz, yazıya dökmekte zorlanıyoruz. Yaşam öykümüzü yazarken işte bu gizli kalmış anları bulup dışarı çıkarmalıyız.

Patricia Charpentier’in Hatırlıyorum kitabından seçilmiş yazı tetikleyicilerinden dokuzunu sizlerle paylaşıyorum. Kronometreyi on dakikaya kurun ama kendinizi kesinlikle on dakikayla sınırlamayın. Bırakın kelimeler, cümleler içinizden geldiği gibi aksın. Sırayla yazmak zorunda da değilsiniz! O gün içinizden hangisini yazmak geliyorsa onunla başlayın. Yanlış yazarım diye korkmanıza gerek yok, her şey kurmaca! Kendi hayatınız olsa bile.

1.En Çok Eğlendiğim Zaman
Büyükanne veya babanızla veya onların yerine koyduğunuz birisiyle, teyze, amca, aile dostu ile birlikte geçirdiğiniz zamanı hatırlayın. Bu kişiyle neler yapardınız? Niye bu kişiyle birlikte olmaktan mutluydunuz? Belirli bir zamanı hatırlıyor musunuz? Bu kişi nasıldı? Ne kadar sıklıkla birlikte olurdunuz?

2. En Güzel Günüm
Çocukken en çok haftanın hangi gününü severdiniz? Bu günde neler yapardınız? Haftanın diğer günlerinden farkı neydi? Bu günü kiminle geçirirdiniz? Zaman içinde en çok sevdiğiniz gün değişti mi? Değiştiyse neden?

3. O Günü Hep Hatırlayacağım
İlkokul günlerinizi hatırlamaya çalışın. Özellikle belirli bir günü, öne çıkan bir olayı hatırlayın. Bu zamanı tasvir edin. Bütün bu yıllar boyunca niçin aklınızda kaldı? Bu olumlu mu, yoksa olumsuz bir anınız mı?

4. Çocukluk Odam
Çocukluk odanızı gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Birden fazla odanız olduysa en çok aklınızda kalanı seçin.  Kendinizi odanın ortasında hayal edin. Nasıl bir odaydı? Orada kendinizi nasıl hissederdiniz? Size ne ifade ederdi? Sadece bir uyku yeri miydi, yoksa başka şeylere de yarar mıydı? Odada neler vardı? Detaylara gir! Odanı hiç birileriyle paylaştın mı? Pencereden baktığında ne görürdün? En güzel tasvir, sadece görme duyusuyla değil, tüm duyularla yapılandır! Odandaki cisimlere dokunduğunda neler hissederdin? Hangi sesleri duyardın? Burnuna hangi kokular gelirdi?

5.Karakterim
Yaşadığın yerdeki karakterin kimdi? Karakterini istediğin gibi tanımla, komik, garip, eksantrik, acayip, vs. Bu kişiyi niye karakterin olarak tanımlıyorsun? Bu kişi niye sende iz bıraktı? Bu kişiyi nasıl tanımıştın? İlişkiniz nasıldı? Herhangi belirgin bir olay yaşadınız mı? Şehrinizdeki diğer insanlar bu karakter hakkında neler düşünürdü? Başkaları bu karakter hakkında fikir sahibi olmanıza yardımcı oldu mu? Eğer olduysa bu kimdi ve sizi nasıl etkiledi?

6. En Önemli Başarım
Çocukluğunuzun en önemli başarısı? Bu nasıl oldu? Bu başarıya ulaşmak için neler yaptınız? Size ne anlam ifade etti? Bunun karşılığında bir ödül aldınız mı? Aldınızsa neydi bu ödül?

7. Kendi Param
Çocukken kendi paranızla aldığınız ilk şey neydi? Satın aldığınız şeyi detaylı bir şekilde anlatın. Bunu niye almak istediniz? Nerden aldınız? Parayı nereden buldunuz? Bu şeyi sonra ne yaptınız? Sonradan aldığınıza memnun mu oldunuz, pişman mı?

8. Beş Şey
Sel veya hortumdan kaçarken yanınıza almak istediğiniz beş şey nedir? Aile fertleri ve evcil hayvanlarınız dışında! Bu şeyleri niye seçtiniz? Detaylı bir şekilde bu beş şeyi anlatın. Bunların özellikleri nelerdir? Bunlar olmazsa ne olur?

9.Hikâyeyi Tamamla
Bir zamanlar…

Facebook grubumuz var
1 Şubatta başlayıp 14 Şubatta sona erecek yazı maratonu için HayatımRomanYazıMaratonu
facebook grubumuza katılabilir, yazı alıştırmalarını ve diğer haberleri oradan takip edebilirsiniz.

Füsun Çetinel

Zaman

6 Dakikada Tanpınar

Altı dakika yazılarını yazmaya başlayalı tam tamına yirmi altı gün olmuş. Geriye dönüp yazdıklarıma baktığımda kiminde potansiyel öyküler, edebi sayıklamalar, ipe sapa gelmez iç monologlar, kiminde ise o güne dair saptamalar gördüm. Her şeyden önemlisi o sayfalarda yazmayı seven ve inatla yazmaya devam eden kendimle karşılaştım.

Bugünün kelimesi ''zaman''

Tanpınar'ın en büyük meselesidir zaman. Zamanın ne içindedir, ne de dışında. İkisi arasında sıkışmış kalmıştır. Rüyayla yaşam, doğuyla batı, eskiyle yeni arasında kayıp bir ruhtur yazar. Oğuz Atay gibi zamana tutunamayandır.

Rüyalarında sarnıç görür. Kurumuştur, akıp gitmez. Hem içindedir sarnıcın hem de dışında. Batılı kadınlarla tensel temaslar, arzular peşindeyken, uykuya yatar, rüyasında Eski Zaman Elbiseleri içine hapsedilmiş, saf bir kıza âşık olur. Saflığın, kaybolmaya yüz tutan değerlerin, mistik olayların peşindedir. Kafka kadar gotik, Dali’nin eserleri kadar sürrealisttir zaman onun için.

Kâbusudur zaman. Hiçbir zaman düzgün ayarlayamadığı bir saattir. Saatlere uyum sağlayamayandır Tanpınar.  Rüyalarında bile çok acımasızdır zaman, en güzel yerinde uyandırır onu. Zaman ritmidir, müziğidir, her şeyidir. Zaman bir trendir öyküsünde, hep doğudan batıya doğru yol alan.  İnsanların yetişmeye çalıştığı, çalışırken bir şeyleri kaçırdığı.

Tanpınar’ı çıldırtan zaman, onu zamansız bir yazar kılmıştır.

Geç Kalmadınız

Belki siz de bugünden itibaren 6 dakikalık yazı alıştırmalarına başlarsınız. Gereken tek şey defter, kalem ve bolca yazma cesareti. Kelimeler mi? Kitap aralarından, beni yaz beni yaz diyen seslere kulak verin!

Füsun Çetinel

Hayatım Roman Yazı Maratonu

Şimdi hayatınızı yazma zamanı! 

Patricia Charpentier, herkesi hayatını yazmaya davet ediyor. İnanmayacaksınız ama ondört gün sürecek olan yazı maratonu  ücretsiz! Evet, doğru okudunuz. Tek kuruş bile ödemenize gerek yok. Tek yapmanız gereken biraz vakit ayırmak. Sonunda hayatınız değişebilir. Bu eğlenceli maraton 1 Şubatta başlıyor.

Yapmanız gerekenler

Her gün bir şeyler yazmak. Bir paragraf, bir sayfa veya on sayfa. Her gün 500 kelime yazmanızı öneriyor Patricia. Bu da önlü arkalı, çift aralıklı yazılmış, iki A4 sayfası demek. Ama bilin ki ne kadar yazarsanız yazın, bu sizin için muhteşem bir başarı olacak.

Ondört gün boyunca her gün hatıralarınızı canlandıracak çağrı mesajları gönderilecek sizlere. Bunlar sizi, yazmayı bile düşünemeyeceğiniz bambaşka hikâyelere sürükleyecek.

Forumda diğer katılımcılarla online irtibatta olacaksınız ve isterseniz yazılarınızı paylaşabileceksiniz. Soru sorabilir, diğer katılımcıların yazılarına yorum yapabilirsiniz.

Bu maraton boyunca size günlük bazı yazma ipuçları ve yazmaya devam etme cesareti verilecek.

İngilizce biliyorsanız şanslısınız!

Yapmanız gereken tek şey alttaki linke tıklayıp kayıt formunu doldurmak. Sonra da 1 Şubatın gelmesini beklemek.

http://writingyourlife.org/writing-challenge/


İngilizce bilmiyorsanız yine şanslısınız! 

Ben sizler için  Hayatım Roman yazı maratonunu kelimesi kelimesine tercüme edip burada paylaşacağım. Kendi aramızda mail grubu kurup yazılarımızı Türkçe olarak paylaşabiliriz.

Patricia Charpentier kimdir? 

Central Florida Üniversitesinde Yaratıcı Yazarlık eğitimi aldıktan sonra Louisiana State Üniversitesinde Gazetecilik yüksek lisansını tamamlamıştır. Yazı koçu, editör, yazı eğitmeni, gazeteci ve fotoğrafçıdır. Yüzlerce kişiyle, çocuklarına, torunlarına ve gelecek nesillere miras bırakmaları için, yaşam öykülerini yazmalarında yardımcı olmuş, hayalet yazarlık yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.
Daha detaylı bilgiyi buradan edinebilirsiniz.

http://writingyourlife.org/

Ben çoktan kaydımı yaptım ve elimde kalemim 1 Şubatın gelmesini bekliyorum. Bu arada boş durmuyorum tabi, dünya dönmeye devam ettikçe yazacak çok şey var.
 
Füsun Çetinel

Yazmak İçin 50 Muhteşem Neden

Durup dururken neden yazar insan?

1. Kötü şey insanda durmaz.
2. Yazmayacağım da ne yapacağım?
3. Sosyal medyaya yorum yazana kadar roman yazarım.
4. Hayatım roman.
5. ''………''’ bile kitap yazdı!
6. Yer gök hikâye.
7. Duramıyorum.
8. Annem benimle gurur duysun istiyorum.
9. Her gün metrobüse binsen sen de yazardın.
10. Okul kitaplarının içinde bir sürü boş yer var.
11. İnsanlardan nefret ediyorum.
12. Kalemim mutfak bıçağından daha keskin.
13. Kiminin kalemi, kiminin çenesi.
14. Yaşamak için.
15. Alzheimer kapıda!
16. Cinnet geçirmemek için.
17. Yazmasaydım yazardım.
18. Yazar kelimesi kulağa hoş geliyor.
19. Her yer işyerim.
20. Belki meşhur olurum.
21. Evde TV yok.
22. Yeni çıkan kitaplara şöyle bir baktım da…
23. Yayınla ya da yaylan bu âlemden.
24. Mal mülk bırakamadık sabilere, bari bir kitap bırakalım.
25. Hayatımı değiştirmek istiyorum.
26. Şimdiye kadar yaptıklarımdan sıkıldım.
27. Kendime ait bir odam olsun diye.
28. İyi bir parmak egzersizi.
29. Düşünmek için.
30. Kocam aldattı, sevgilim terk etti.
31. Kendi karakterlerimi yaratmak için.
32. Ben Tanrıyım.
33. De, da takısını ayrı yazabilmek için.
34. Kelime cambazıyım.
35. Belki birisi beni anlar.
36. Takıntım var.
37. Yazıyorum öyleyse varım.
38. Hayal gücüm çok vahşi, dizginlemek gerek.
39. Yazarken kimse gözlerime bakmıyor.
40. Âlim unutmuş, kalem unutmamış.
41. Çocukluğum kötü geçti.
42. Konuş konuş nereye kadar?
43. Ailemden intikam almak için.
44. J. K. Rowling’den daha iyi bir anne olduğumu kanıtlamak için.
45. Evcilik oynamak baydığı için.
46. Empati yapabilmek için.
47. Yanlış kapıyı çalmışım. Jinekolog yerine Yeşim Cimcoz Yazı Evine girdim.

Elli tane olmadı mı? Bir zahmet üç tane de siz ekleyiverin.

Füsun Çetinel





Kedi Sesleri

 
Kedi seslerini, Marsık gittikten hemen sonra duymaya başladım. 

Ağaçların arasından bana sesleniyor gibi geldi. Uykumun arasında bahçeye açılan kapıya koşmuşum. Gecelikle, yalınayak karlara çıkmışım. Başka bir gün de kitap okuyordum, birdenbire kendimi sokak kapısında buldum. Ne Marsık ne de çöp almaya gelen kapıcı vardı. Pencerenin dışındaki en ufak sese yerimden fırladım. Marsık yok, fırtına var dışarıda. Alışmalısın artık, dedi sevgilim omuzlarımı okşayarak. İkimiz de Marsık’ın az ileride, karla kaplı yenidünya ağacının altında yattığını biliyorduk.

Bu seslerden çok önce, pencerenin hemen önünde oturuyordu Marsık. Ne içeri giriyor ne de bahçeye atlıyordu. Oysaki kardan göz gözü görmüyordu. Yenidünya ağacının tepesinde kızılgerdanları gözlediği noktaya dikmişti donuk bakışlarını. Kuru mamasını da yememişti. Sonra gözlerini gördüm. Yabancı, kara birer boşluktu. Yeşili, saydamlığı kaybolmuştu. Korktum. Üşütmüştür, bahçedeki bütün kedilerin burunları akıyor zaten, diye avuttum kendimi.

İşten eve gelince kucağıma alıp okşadım, tüyleri elimde kaldı. Bir günde derisi bollaşmış. Burnu kuruydu. Ağzı, o çok sevdiğim çiğ kıyma kokusunu yitirmişti. Damlalıkla süt versem biraz.  Rahatsız etmek istemedim, bir şey yiyecek hali yoktu zavallının. Sessizce kahvelerimizi yudumladık sevgilimle.

Ertesi gün veterinere götürdüm.  Ne miyavladı, ne tısladı Marsık. Hiç itiraz etmedi. Veteriner gözlerine baktı. Kafasının içinde bir şeyler baskı yapıyor olmalı, dedi. Ödemin gitmesi için kortizon iğnesi yapacağım. Canlanması için de vitamin. Epey de yaşlı.

Her sabah ayaklarımıza saldırıyor yorganın altından. Mevsimi şaşırmış sineklerle odadan odaya uçuyor evin içinde. Karlarda köpeklerle yuvarlanıyor. Sen ona aldırma Marsık. Daha Sığırcıklar gelecek bahçeye. Pembe beyaz baharlar açacak. Kertenkelelerin peşinden koşacaksın gün boyu.

Pek iyi değil, hatta hiç iyi değil, dedi veteriner daha ertesi gün. Bence eve götürün. Ne olacaksa orada olsun. Battaniyeye sarıp sarmaladım. Nasıl da hafiflemiş, nefesi azalmış. Dışarı çıktığımızda üçümüz de üşüdük.

Dolapların üzerinde gezerdi. Oradan kitaplığa, masaya atlardı. Mahallenin kedileriyle yüz göz olmamak için çam ağacının en yüksek dallarına tırmanır, bazen de inemezdi aşağıya. En yakın dallara uzanır cesaret sözleri fısıldardık. Saatler sonra yere indiğinde, hiç bir şey olmamış gibi tüylerini yalar, gözlerini kırpıştırırdı. Komik kedicik. Ağzı kırmızı bir pembeydi o zamanlar.

Yerde yatıyordu. Koltuklara çıkmaktan çoktan vazgeçmişti. Nefesi yorgun ve hırıltılıydı. Yanına yumuşak ayıcığını koydum. Kalksa yemek yese biraz, sonra su içse. İyice gerinse boylu boyunca. Hastalığını silkinip atsa, diye dualar ettim. Her zamanki gibi kucağıma, okuduğum kitabın üzerine atlasa. Ayracın püskülüyle oynasa biraz. Tuvalet kabı koysak mı banyoya. Bu halde bahçeye de çıkamaz. İncitmekten korkarak usul usul taradım. Kısık bir haykırış çıktı ağzından. Kemikleri elime battı. Soğuk kulaklarını avuçlarımda boşuna ısıtmaya çalıştım. Bu gece bizimle yatacaksın Marsık.  Ayaklarımın arasına koyacağım seni.

Kıpırdamaya korkarak yattık birlikte. Yorgan altımızda kaldı, üşüdük. Bacaklarımız tutuldu. Yorgun uyandık geceden. Ve ıslak. Ben ağlamışım o çişini yapmış yatağa. Kuru bir havluya sarıp kaloriferin altına taşıdık.

Zayıf bağırışlarla isyan ediyor, koridorda boş çuval gibi seriliyordu. Sesimi duyunca saklandığı yerden çıkmış. Veterineri aradım, isterseniz getirin uyutalım, dedi.  Bu akşam da evde kalsın, belki yarın. Mutfağa kaçtım. Ağlarken bulaşık makinesini boşalttım, tezgâhın üzerini üç kere sildim. Kuruyemiş çanağından fıstık yemeye zorladım kendimi. Midem bulandı. Kaçmak imkânsız. Mama kaplarını boşaltıp bulaşık makinesine yerleştirdim. Yerleri boş kaldı.

Sarı iltihap tükürdü o akşam. Gidiyor artık. Sevgilim kocaman avuçlarıyla kedinin zayıf bedenini sardı. Isıtmaya, sakinleştirmeye çalıştı. Marsık bağırdı. Gitmek bu kadar zor.  Git, dedim. Git bir an önce. Korkak dişlerini tişörte geçirdi. Kasıldı. Haykırdı. Isırdı yeniden. Bira köpüğü kıvamında bir safra geldi ağzından.

Yemedi, içmedi, temizlenmedi, oynamadı bir daha. Katı ve soğuk bedenini eski bir tişörte sarıp, sepetine yatırdık son kere. Sabaha kadar bekleyelim, gün aydınlansın, dedik.  Pencerenin kenarında oturup yağan karı seyrettik. İşte kedi seslerini duymaya başladığım andı o. Bu mevsimde yavru kedi olmaz, dedi sevgilim. Belki de kafamın içindeydi susmayan sesler. Marsık ne yapacak o buz gibi karanlık çukurda? Radyatörlere sokuldum. Buz gibiydi.

Tamir edilmesi en az dört günü bulur, dedi kapıcı. Buz gibi evde duramayız arkadaşlara gidelim, dedik. Marsık da yok zaten. Sıcak bir yatağa girip en ağır yastıkların altına gömmek istiyordum kafamı.

Bir hafta sonra geri döndüğümüzde yenidünya ağacının altındaki küçük tümsek düzleşmişti. Kalorifer tamir edilmiş, ev ısınmıştı. Kedi sesleri yerini belli belirsiz, tatsız bir kokuya bırakmıştı. Camları açıp kar havasını doldurduk içeri.

Odalarda gezinip kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum.  Kimi zaman daha yakın kimi zaman daha uzaktı koku. Ama en çok banyo tarafından geliyordu, apartman boşluğuna açılan küçük pencerenin ardından. Ölü hayvan kokusu bu, dedim. Fare olmasın? Yatalım, yarın kapıcıya söyleriz bakar, dedi sevgilim. Bu kez de kedi sesleri yok diye uymakta zorlandım. Dönüp durdum bütün gece.

Ertesi gün öğleye doğru kokunun kaynağına zorlukla varabildi kapıcı. Dışarıya açılan gider borusunun yırtık telinden üç zamansız yavru kedi girmiş içeri, belki de anneleri taşımış onları. Kardan, ayazdan korumak için. Ne anne girip besleyebilmiş onları ne de onlar dışarı çıkabilmişler.

Burnumun dibindeki kedi seslerini duyamadım ya. Kafamdaki sesleri susturdum ya. Dört zavallı çukur var şimdi bahçemizde. Bir de hiç susmayan kedi sesleri.

Füsun Çetinel

6 Dakika'da Elveda


6 Dakika Nedir?

Çok pratik bir yazı alıştırmasıdır. 

Her güne ayrı bir kelime seçilir. Bunu seçmenin çeşitli yaratıcı yolları vardır. Okuduğunuz bir kitabın sayfalarından, bir sözlükten veya gazetelerden rastgele bir kelime seçebilirsiniz. Başka bir yol da, yazıevimizden temin edebileceğiniz A3 boyutundaki 365 günlük kelime posteri. Çalışma masanızın üzerine asabileceğiniz posterden her güne bir kelime seçip yazmaya başlayabilirsiniz.

Kronometre altı dakikaya ayarlanır, beyin rahatlatılır ve kalem boş defter sayfasının üzerinde çılgınca koşmaya başlar, ta ki altı dakikanın bitiş gongu sizi durdurana kadar. 

6 dakika bir alışkanlıktır, yazıya ısınmadır, her yazarın can dostudur. 6 dakikalar size saçmalama hakkı verir, sizi tetikler, ortaya çıkan kısa metinlerden başka metinler yaratabilirsiniz. 6 dakikalar kurgu istemez, karakter gerektirmez, mantık aramaz, düzelti istemez. 6 dakikalar yazar tıkanıklığının bir numaralı ilacıdır.

Yeşim Cimcoz Yazı Evi'nde, 2013'ün son kelimesi Elveda'ydı. Herkesin elvedası kendine, bu da benim ki... 

Astala Vista bebek, hayat şirin bir şebek!

Tüm angarya işlere elveda. Astala Vista sorumluluklar, ricalar, ay hadi amalar, lütfenler, bir bakar mısınız, siz güzel yazıyorsunuz, iki satırcık çeviri yapa mısınız, öyküme bir el atar mısınız, işte anahtarım kedime göz kulak olur musunuz? Beni hastaneye götüre elveda. İşim var artık ben de meşgulüm. Sırıtan isteyişlere elveda. Hırsa, kıskançlığa, açgözlülüğe, daha daha daha çok isteyenlere elveda. Gösterişe, takıp takıştırmaya, olmadığın gibi görünmeye, ben ben ama yine de ben diyenlere elveda. İşe yaramaz uğraşlara elveda, asık suratlara, kaprislere, yanlış anlamalara, ne aradığını bilmemeye elveda. Höyküren, haykıran, bağıran, şımaran, sonradan görmelere elveda. Şaşaaya, debdebeye, markaya, tüketime, kredi kartlarına, hep daha daha diyenlere elveda. Karmaşık işlere, ilişkilere, en dediydimcilere, ah o gençlik söylemine, şimdiki aklım mantrasına, o da bana şunu demişti ama diyen fil hafızalara elveda. Astala Vista bebek, hayat şirin bir şebek!

Haydi bir cesaret siz de 6 dakikalara başlayın. Sizin kelimeniz ne?

Füsun Çetinel


Sevim Burak Dikiş Diker Gibi Yazar


Ölümünün 30. Yılında Sevim Burak Ötekilere Yazmak Sempozyumu, MSGSÜ’de gerçekleşti. Sabahın erken saatlerinde oyuncu ve sunucu Güner Özkul’un açılışı konuşmasıyla başlayan sempozyum akşam saatlerinde Murathan Mungan’ın ''Sevim Burak’ın Çengelliiğneleri'' başlıklı kapanış konuşmasıyla son buldu. Beş oturumdan oluşan sempozyumun ''Tanıdığımız Sevim Burak'' başlıklı panelini sizlerle paylaşmak istedim. Doğan Hızlan, Cevat Çapan ve Selim İleri’nin hatıraları, hatırladıkları ve yazarla paylaşımlarının anlatıldığı panel samimi bir sohbet havasında geçti. 


Sevim Burak’ın edebiyatı kurgu değil gerçekti, der Doğan Hızlan. 

Bazı yazarların kitaplarını okumak onları tanımak için yeterlidir. Sevim Burak böyle değildi. Davete, baloya gider gibi geldiği yerde hemen değişik bir hava estirirdi. Görüntü onun için her şeydi. İspatlamış, kanıtlamış bir yazar. İkisi arasında paralellik var. Edebiyatın kendine has bir kurgusu var elbette ama onunki doğallık bağlamında görünür. Kuzguncuk, Levanten yaşam. Bu tanıdığım kadın bunları yazabilir, dersiniz. Öznelliğin tanıklığının edebiyata yansımasıdır bu. Çok hoş konuşurdu edebiyat masasında. Kızardı, bizleri haşlardı, konuşurdu. Sonra güler, eski haline dönerdi. Hepimiz paylamasından hissemizi alırdık. Shekaspeare oyunu gibiydi sohbet masamız, sanatın kırıntılarıyla bezeli, tartışılan bir masaydı.

Gece ev ziyaretleri yapardık ona. Kitabı hakkında söyleşirdik. Gösterişli giyimi, makyajı, teatral davranışları ile evde bir davet veriyor havasındaydı hep. Eski İstanbul kozmopolit örgüsünün farklılıklarının lezzetini yansıtırdı. Sadece edebiyatta değil, yaşamda da. Her dilden, dinden, ırktan Sevim Burak tanıklığıyla yetiniyoruz biz. İstanbul değişti. Beyoğlu, Kuzguncuk, komşuluk, aşklar, kızgınlıklar başkaydı o zaman. Anlayış başkaydı. Mahallenin simgesinin anlatıcısıdır o. Olaya, hayata açık biriydi Sevim Burak. Öyküye getirdikleri iyi bir yazarı anlamamıza yardımcı olur. Sevim Burak okumak, yeniden ondan tat almayı mümkün kılıyor. Bazı yazarları okursunuz, öğrenirsiniz ama bir daha o sayfalara geri dönmezsiniz. Ama yazar hayatın içindeki damarı keşfetmişse devamlı okursunuz o yazarı.


Ekşi sözlük Cevap Çapan için Sevim Burak’ın tırmaladığı adam der. 

Fiziki bir tırmalama değil tabi bu ama mektuplarda bir tırmalama söz konusu olabilir. Sevim Burak çok önemli bir yazar ve sanatçı kabul etmek gerekiyor. Ancak anlatılacak şeyler var, anlatılmayacak şeyler var. Acıklı, güzel birçok anılar var. Sevim Burak’la yakınlığım dostluğum olumlu. Yazdıklarına bakacak olursanız, özyaşam öyküsel özelliklerini düşünecek olursanız acı çektirilen, saldırılan bir yazar olarak karşımıza çıkar. Bir tiyatro oyunu yazıyordu, çok teşvik etmiştim onu. Cevat Çapan beni ittin, çok teşekkür ederim yazmıştı bana.

60’lı yıllarda Ömer Uluç’la evliydi. 1965’te Yanık Sarayları yazdı. Önemli bir edebiyat olayı. Ben de o yıllarda ucundan kıyısından edebiyat çevresine girmeye çalışıyordum. Ömer arkadaşımdı. Birbirlerinin sanatına saygı gösterirlerdi. Sana çevresi bir sahnedir, içindekiler de birer oyuncu. Önce onların arasında figüran olarak belirirsiniz. Sevim Burak ve Ömer Uluç başoyuncuydu o sıralar, alkışlarla ya da yuhalarla çevreleniyordu. Bunlar yaşanır hep, olağandır.

Sevim Burak’ın edebiyat dünyasında karşılanışı onun hoşuna gidecek şekilde olmadı. Kıskançlıklar, düşmanlıklar oldu. Kuşkucuydu, herkesi düşman olarak görmeye başladı. Kendini destekleyenlerden biri Memet Fuat’dı. Sevim Burak Sait Faik Hikâye ödülünü alamayınca, Memet içinde bulunduğu jüriden istifa etti. Sevim Burak’ın en güvendiği dayanaklarından biri oldu. Onun desteğine ben de katıldım. Yazdıkları özgün, benzeri olmayan şeyler olduğu için onu destekledim. Bir hikâye veya oyun yazdığı zaman hep onun yanında durdum, cesaret verdim.

İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar, ilk defa kız Kolejinde sahnelendi. Özgün oyunları hemen kabul edip sahnelemiyorlar, işte bu yüzden Sevim Burak tiyatroda kendini gösteremedi. Sahibinin Sesi devlet tiyatrosuna kabul edildi ve oynandı. Ben de kabul kurulundaydım o sıra.

Uğraş düzeni dediği şeyin hep dışında hissetti kendini Sevim Burak. Yabancılaşmış ve ötekileşmiş yazar olarak ortaya çıktı. Ötekileşme onu başarılı bir yazar olarak ortaya çıkardı. Özel hayatında herkesin çekindiği bir yazardı. Geçimsizliğinin kaynağı belki de evliliğinde yaşadığı sorunlarıydı. İki büyük sanatçı zamanla birbirine acı çektiren insanlar oldu. Etraflarındaki kimse de bunların tanığı olmak istemedi. Dedikodu dünyası hep bunlarla beslendi.

Sevim Burak efsanesinin, kült yazar olmasının etkenleri arasında mektupları da vardı. Nasıl bir dünyada yaşadığı, bu dünyayı neden cehennem gibi gördüğü, sevgi denen duyguların neden onu besleyen bir kaynağa çıkmadığını anlamayabiliriz. İki çocuğu vardı. Karaca ve Elfe. Bu aile içi hikâye konuşmaya elverişli değil. Karaca’nın anne sevgisi, ona olan hayranlığını koruması dikkate değer. Oğlu olmaya layık olabilmek için her şeyi yapmıştır ama önyargılarıyla Ömer Uluç’a aşırı düşman davranmıştır. İki tarafın da arkadaşı iseniz, taraf tutmak istemiyorsanız, iki tarafı da değer verip seviyorsanız, bir savaş içinde kalmış gibi olabilirsiniz.
Sevim Burak ile dost olmak gerçekten güç bir şeydi ama bu değerli dostluğu hak ettiğimi sandığım için burada bulunmaya razı oldum.


Kahince şeyler Sevim Burak’ın yazdıkları, diye düşünür Selim İleri.

1967 yılında Galatasaray Lisesinde okurken edebiyata tutkun arkadaşım Ahmet Kaptan sayesinde Memet Fuat’ın çalıştığı yeni Dergi’ye sık sık giderdik. Yeni Dergi’nin bir yan kuruluşu olan O Yayınevi vardı. Yeni çıkan kitapları raflara dizerlerdi. Ahmet Kaptan’la bütün kitapları aldık. Bir gün, 1965’te ilk basımı yapılan Yanık Sarayları aldık. Ön kapağı Ömer Uluç’un bir çalışmasıyla bezeliydi. İlk hikâyesi, Sedef Kakmalı Ev. İlk cümlesi, belki mısrası, dizesi, derim ben, beni çok etkiledi okuyunca. Okulda kendi kendime tekrar ettim hep. Ahmet Kaptan sayesinde karşılaştım Sevim Burak’la, ona borçluyum. Beni etkileyen üç beş kitaptan biridir. 1965’te Sait Faik Hikâye ödülünü kazanamamıştı. Antolojilerde bile adı geçmeyen birine verildi ödül. Seçici kuruldaki bazı kişilerin arkadaşıydı belki de. Bu çok acı. Behçet Necatigil’in kişisel bir vicdan azabı vardır bu konuyla ilgili.

Daha sonra benim kitabım Cumartesi Yalnızlığı’na da verilmedi Sait Faik Hikâye ödülü. Dört kişi çete olduk ve ödül niye bana verilmedi diye bir soruşturma başlatmaya karar verdik. Bu soruşturmada sorular sorduğumuz Leyla Erbil gibi birçok yazar vardı. Ben Sevim Burak’ın da olması gerektiğini söyledim. Naci Çelik’le birlikte Sevim Burak’a gittik, soracak sorularımız var. Naci Çelik son anda korktu, içeri girmek istemedi. Ben kendimi Naci Çelik diye tanıtarak girdim içeri, sorularımı sordum. O görkemli Sevim Burak ile ilk tanışmam böyle oldu. Soruların yanıtları yordu onu, o sıra cümle parçacıkları monte ediyordu. Şiir tadı taşıyan yanıtları diğerlerinkinden çok farklı, ironi içinde.

1974’te ikinci kez tanıştık. Bu sefer Naci Çelik değildim. Çok gülmüştü. Fazla ortak anımız yok bunun dışında. İlk hastalığı başladığı vakit yurtdışından gönderdiği bir kartta ‘beni sorarsanız çok mutluyum çünkü bir yıllık bir ömrüm kaldı’ yazıyordu. Bir kere de Kuzguncuk’tan telefon açmıştı. Hastalık sebebiyle tuzdan uzak durması gerekiyordu. Bakkalda turşu suyu içiyorum, demişti.

Sevgili Karaca annesinin kendisine yazdığı mektupları getirdi. Kitaba giriş cümlesi yazmamı istedi. Memet Fuat yayınlanmasından yana değildi bunların. Sonradan düşündüm, acılar, coşku, taşkınlıklar, yazarın kendisinin bile kendisine nefretler kustuğu mektuplardı bunlar. Mektupların hepsini yeniden okudum. Birçok kişi hakkında acı sözler olmasına rağmen içtenlikle yazılmış satırlar. Umutsuz mektuplar, o dönem için kırgınlıkların mektupları. Kâhince mektuplar. ‘Kimsenin kimseden beklediği bir şey yok.’ Yirmi otuz yıl sonrasını önceden görmüş biri. Hakkı en çok yenmiş yazar bence.

İki tiyatro oyunu özellikle çağdaş Türk tiyatrosunda olağanüstü güzellikte metinler. Sürekli ertelenen oyunlar. Umutsuzluğa yönlendiren, onurunu kıran hareketler. Oyunlar karmaşık olabilir, çok katmanlı olabilir ama…
Sevim Burak’ı son görüşüm Bağdat caddesinde, müthiş çılgınlık dönemi, otomobillerle kendisi arasındaki ilişkiyi anlatmıştı bana. Son kitabını yazmaktaydı. Ahmet Oktay radyoda ölüm haberini verdi. Otuz yıl önce bugün Ararlık ayında. Sevim Burak bu otuz yıl içinde edebiyatından hiçbir şey kaybetmedi. Onun öykülerini tekrar tekrar okumuşumdur. Afrika Dansı, Yanık Saraylar, oyunları, öyküleri. Hiç değilse bir çift sözü otuz yıl sonra konuşma imkânı bulduk.


Çocukluğumla büyüklüğüm arasında fark yok, demiş Sevim Burak. 

1931’de İstanbul’da doğdum. 21 yaşına kadar Kuzguncuk’un tepesindeki evimizde babaannem ve büyükbabamla geçirdim. Aile çevremizde çocuktan çok yaşlı komşular, yaşlı akrabalar bulunduğu için onların arasında yaşlı bir insan gibi yetiştim. İlkokulu Kuzguncuk’ta, ortaokulu Tünel’deki Alman Lisesinde bitirdim. Öğrenimim bu kadardır, diye özetler sevim Burak kendi yaşamını.


Sevim Burak’ın dikiş dikmesiyle yazı yazması arasında bir ilişki vardır, bence de...

İğne, onun vazgeçilmez yazı gereçlerinden biridir. Daktilo ve makastan sonra gelir. Bir tür şimdinin kes yapıştır yöntemidir bu. Metinlerini küçük kağıt parçalarına yazar, sonra bunları iğnelerle birbirine tutturur, perdelere asar, halılara yayar. Okur, beğenmez yerlerini değiştirir. Tekrar iğneler… Ah Ya Rab Yehova hikâyesinde de Bilal Bey’in kalbine yürüyen bir dikiş iğnesi vardır. Yazarın simgelerinden biridir, ölüm. Bütün hikâyelerin görünmez kahramanı ölüm, bu hikâyesinde iğne kimliğine bürünerek ortaya çıkmıştır.

Füsun Çetinel