Sevim Burak Dikiş Diker Gibi Yazar

| 0 yorum

Ölümünün 30. Yılında Sevim Burak Ötekilere Yazmak Sempozyumu, MSGSÜ’de gerçekleşti. Sabahın erken saatlerinde oyuncu ve sunucu Güner Özkul’un açılışı konuşmasıyla başlayan sempozyum akşam saatlerinde Murathan Mungan’ın ''Sevim Burak’ın Çengelliiğneleri'' başlıklı kapanış konuşmasıyla son buldu. Beş oturumdan oluşan sempozyumun ''Tanıdığımız Sevim Burak'' başlıklı panelini sizlerle paylaşmak istedim. Doğan Hızlan, Cevat Çapan ve Selim İleri’nin hatıraları, hatırladıkları ve yazarla paylaşımlarının anlatıldığı panel samimi bir sohbet havasında geçti. 


Sevim Burak’ın edebiyatı kurgu değil gerçekti, der Doğan Hızlan. 

Bazı yazarların kitaplarını okumak onları tanımak için yeterlidir. Sevim Burak böyle değildi. Davete, baloya gider gibi geldiği yerde hemen değişik bir hava estirirdi. Görüntü onun için her şeydi. İspatlamış, kanıtlamış bir yazar. İkisi arasında paralellik var. Edebiyatın kendine has bir kurgusu var elbette ama onunki doğallık bağlamında görünür. Kuzguncuk, Levanten yaşam. Bu tanıdığım kadın bunları yazabilir, dersiniz. Öznelliğin tanıklığının edebiyata yansımasıdır bu. Çok hoş konuşurdu edebiyat masasında. Kızardı, bizleri haşlardı, konuşurdu. Sonra güler, eski haline dönerdi. Hepimiz paylamasından hissemizi alırdık. Shekaspeare oyunu gibiydi sohbet masamız, sanatın kırıntılarıyla bezeli, tartışılan bir masaydı.

Gece ev ziyaretleri yapardık ona. Kitabı hakkında söyleşirdik. Gösterişli giyimi, makyajı, teatral davranışları ile evde bir davet veriyor havasındaydı hep. Eski İstanbul kozmopolit örgüsünün farklılıklarının lezzetini yansıtırdı. Sadece edebiyatta değil, yaşamda da. Her dilden, dinden, ırktan Sevim Burak tanıklığıyla yetiniyoruz biz. İstanbul değişti. Beyoğlu, Kuzguncuk, komşuluk, aşklar, kızgınlıklar başkaydı o zaman. Anlayış başkaydı. Mahallenin simgesinin anlatıcısıdır o. Olaya, hayata açık biriydi Sevim Burak. Öyküye getirdikleri iyi bir yazarı anlamamıza yardımcı olur. Sevim Burak okumak, yeniden ondan tat almayı mümkün kılıyor. Bazı yazarları okursunuz, öğrenirsiniz ama bir daha o sayfalara geri dönmezsiniz. Ama yazar hayatın içindeki damarı keşfetmişse devamlı okursunuz o yazarı.


Ekşi sözlük Cevap Çapan için Sevim Burak’ın tırmaladığı adam der. 

Fiziki bir tırmalama değil tabi bu ama mektuplarda bir tırmalama söz konusu olabilir. Sevim Burak çok önemli bir yazar ve sanatçı kabul etmek gerekiyor. Ancak anlatılacak şeyler var, anlatılmayacak şeyler var. Acıklı, güzel birçok anılar var. Sevim Burak’la yakınlığım dostluğum olumlu. Yazdıklarına bakacak olursanız, özyaşam öyküsel özelliklerini düşünecek olursanız acı çektirilen, saldırılan bir yazar olarak karşımıza çıkar. Bir tiyatro oyunu yazıyordu, çok teşvik etmiştim onu. Cevat Çapan beni ittin, çok teşekkür ederim yazmıştı bana.

60’lı yıllarda Ömer Uluç’la evliydi. 1965’te Yanık Sarayları yazdı. Önemli bir edebiyat olayı. Ben de o yıllarda ucundan kıyısından edebiyat çevresine girmeye çalışıyordum. Ömer arkadaşımdı. Birbirlerinin sanatına saygı gösterirlerdi. Sana çevresi bir sahnedir, içindekiler de birer oyuncu. Önce onların arasında figüran olarak belirirsiniz. Sevim Burak ve Ömer Uluç başoyuncuydu o sıralar, alkışlarla ya da yuhalarla çevreleniyordu. Bunlar yaşanır hep, olağandır.

Sevim Burak’ın edebiyat dünyasında karşılanışı onun hoşuna gidecek şekilde olmadı. Kıskançlıklar, düşmanlıklar oldu. Kuşkucuydu, herkesi düşman olarak görmeye başladı. Kendini destekleyenlerden biri Memet Fuat’dı. Sevim Burak Sait Faik Hikâye ödülünü alamayınca, Memet içinde bulunduğu jüriden istifa etti. Sevim Burak’ın en güvendiği dayanaklarından biri oldu. Onun desteğine ben de katıldım. Yazdıkları özgün, benzeri olmayan şeyler olduğu için onu destekledim. Bir hikâye veya oyun yazdığı zaman hep onun yanında durdum, cesaret verdim.

İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar, ilk defa kız Kolejinde sahnelendi. Özgün oyunları hemen kabul edip sahnelemiyorlar, işte bu yüzden Sevim Burak tiyatroda kendini gösteremedi. Sahibinin Sesi devlet tiyatrosuna kabul edildi ve oynandı. Ben de kabul kurulundaydım o sıra.

Uğraş düzeni dediği şeyin hep dışında hissetti kendini Sevim Burak. Yabancılaşmış ve ötekileşmiş yazar olarak ortaya çıktı. Ötekileşme onu başarılı bir yazar olarak ortaya çıkardı. Özel hayatında herkesin çekindiği bir yazardı. Geçimsizliğinin kaynağı belki de evliliğinde yaşadığı sorunlarıydı. İki büyük sanatçı zamanla birbirine acı çektiren insanlar oldu. Etraflarındaki kimse de bunların tanığı olmak istemedi. Dedikodu dünyası hep bunlarla beslendi.

Sevim Burak efsanesinin, kült yazar olmasının etkenleri arasında mektupları da vardı. Nasıl bir dünyada yaşadığı, bu dünyayı neden cehennem gibi gördüğü, sevgi denen duyguların neden onu besleyen bir kaynağa çıkmadığını anlamayabiliriz. İki çocuğu vardı. Karaca ve Elfe. Bu aile içi hikâye konuşmaya elverişli değil. Karaca’nın anne sevgisi, ona olan hayranlığını koruması dikkate değer. Oğlu olmaya layık olabilmek için her şeyi yapmıştır ama önyargılarıyla Ömer Uluç’a aşırı düşman davranmıştır. İki tarafın da arkadaşı iseniz, taraf tutmak istemiyorsanız, iki tarafı da değer verip seviyorsanız, bir savaş içinde kalmış gibi olabilirsiniz.
Sevim Burak ile dost olmak gerçekten güç bir şeydi ama bu değerli dostluğu hak ettiğimi sandığım için burada bulunmaya razı oldum.


Kahince şeyler Sevim Burak’ın yazdıkları, diye düşünür Selim İleri.

1967 yılında Galatasaray Lisesinde okurken edebiyata tutkun arkadaşım Ahmet Kaptan sayesinde Memet Fuat’ın çalıştığı yeni Dergi’ye sık sık giderdik. Yeni Dergi’nin bir yan kuruluşu olan O Yayınevi vardı. Yeni çıkan kitapları raflara dizerlerdi. Ahmet Kaptan’la bütün kitapları aldık. Bir gün, 1965’te ilk basımı yapılan Yanık Sarayları aldık. Ön kapağı Ömer Uluç’un bir çalışmasıyla bezeliydi. İlk hikâyesi, Sedef Kakmalı Ev. İlk cümlesi, belki mısrası, dizesi, derim ben, beni çok etkiledi okuyunca. Okulda kendi kendime tekrar ettim hep. Ahmet Kaptan sayesinde karşılaştım Sevim Burak’la, ona borçluyum. Beni etkileyen üç beş kitaptan biridir. 1965’te Sait Faik Hikâye ödülünü kazanamamıştı. Antolojilerde bile adı geçmeyen birine verildi ödül. Seçici kuruldaki bazı kişilerin arkadaşıydı belki de. Bu çok acı. Behçet Necatigil’in kişisel bir vicdan azabı vardır bu konuyla ilgili.

Daha sonra benim kitabım Cumartesi Yalnızlığı’na da verilmedi Sait Faik Hikâye ödülü. Dört kişi çete olduk ve ödül niye bana verilmedi diye bir soruşturma başlatmaya karar verdik. Bu soruşturmada sorular sorduğumuz Leyla Erbil gibi birçok yazar vardı. Ben Sevim Burak’ın da olması gerektiğini söyledim. Naci Çelik’le birlikte Sevim Burak’a gittik, soracak sorularımız var. Naci Çelik son anda korktu, içeri girmek istemedi. Ben kendimi Naci Çelik diye tanıtarak girdim içeri, sorularımı sordum. O görkemli Sevim Burak ile ilk tanışmam böyle oldu. Soruların yanıtları yordu onu, o sıra cümle parçacıkları monte ediyordu. Şiir tadı taşıyan yanıtları diğerlerinkinden çok farklı, ironi içinde.

1974’te ikinci kez tanıştık. Bu sefer Naci Çelik değildim. Çok gülmüştü. Fazla ortak anımız yok bunun dışında. İlk hastalığı başladığı vakit yurtdışından gönderdiği bir kartta ‘beni sorarsanız çok mutluyum çünkü bir yıllık bir ömrüm kaldı’ yazıyordu. Bir kere de Kuzguncuk’tan telefon açmıştı. Hastalık sebebiyle tuzdan uzak durması gerekiyordu. Bakkalda turşu suyu içiyorum, demişti.

Sevgili Karaca annesinin kendisine yazdığı mektupları getirdi. Kitaba giriş cümlesi yazmamı istedi. Memet Fuat yayınlanmasından yana değildi bunların. Sonradan düşündüm, acılar, coşku, taşkınlıklar, yazarın kendisinin bile kendisine nefretler kustuğu mektuplardı bunlar. Mektupların hepsini yeniden okudum. Birçok kişi hakkında acı sözler olmasına rağmen içtenlikle yazılmış satırlar. Umutsuz mektuplar, o dönem için kırgınlıkların mektupları. Kâhince mektuplar. ‘Kimsenin kimseden beklediği bir şey yok.’ Yirmi otuz yıl sonrasını önceden görmüş biri. Hakkı en çok yenmiş yazar bence.

İki tiyatro oyunu özellikle çağdaş Türk tiyatrosunda olağanüstü güzellikte metinler. Sürekli ertelenen oyunlar. Umutsuzluğa yönlendiren, onurunu kıran hareketler. Oyunlar karmaşık olabilir, çok katmanlı olabilir ama…
Sevim Burak’ı son görüşüm Bağdat caddesinde, müthiş çılgınlık dönemi, otomobillerle kendisi arasındaki ilişkiyi anlatmıştı bana. Son kitabını yazmaktaydı. Ahmet Oktay radyoda ölüm haberini verdi. Otuz yıl önce bugün Ararlık ayında. Sevim Burak bu otuz yıl içinde edebiyatından hiçbir şey kaybetmedi. Onun öykülerini tekrar tekrar okumuşumdur. Afrika Dansı, Yanık Saraylar, oyunları, öyküleri. Hiç değilse bir çift sözü otuz yıl sonra konuşma imkânı bulduk.


Çocukluğumla büyüklüğüm arasında fark yok, demiş Sevim Burak. 

1931’de İstanbul’da doğdum. 21 yaşına kadar Kuzguncuk’un tepesindeki evimizde babaannem ve büyükbabamla geçirdim. Aile çevremizde çocuktan çok yaşlı komşular, yaşlı akrabalar bulunduğu için onların arasında yaşlı bir insan gibi yetiştim. İlkokulu Kuzguncuk’ta, ortaokulu Tünel’deki Alman Lisesinde bitirdim. Öğrenimim bu kadardır, diye özetler sevim Burak kendi yaşamını.


Sevim Burak’ın dikiş dikmesiyle yazı yazması arasında bir ilişki vardır, bence de...

İğne, onun vazgeçilmez yazı gereçlerinden biridir. Daktilo ve makastan sonra gelir. Bir tür şimdinin kes yapıştır yöntemidir bu. Metinlerini küçük kağıt parçalarına yazar, sonra bunları iğnelerle birbirine tutturur, perdelere asar, halılara yayar. Okur, beğenmez yerlerini değiştirir. Tekrar iğneler… Ah Ya Rab Yehova hikâyesinde de Bilal Bey’in kalbine yürüyen bir dikiş iğnesi vardır. Yazarın simgelerinden biridir, ölüm. Bütün hikâyelerin görünmez kahramanı ölüm, bu hikâyesinde iğne kimliğine bürünerek ortaya çıkmıştır.

Füsun Çetinel

0 yorum :

Yorum Gönder