Çanak Çömlek Patladı

| 2 yorum

Sobe Sevgilim


Berna nefes nefese daire kapısından içeri attı kendini. Sırtını sokak kapısına yaslayıp kaldı. Gözleri duvar saatini aradı. Aydın’ın gelmesine üç kısacık saat vardı. Anahtar destesini sinirle komodinin üstündeki çanağa fırlattı. Metalin seramikte bıraktığı ses evin sessizliğinde dağılıp gitti.

Bilerek yapıyor. Planlarımı bozmaktan ince bir zevk alıyor bu adam. Hani hafta sonuna kadar gelmeyecekti? Hani işlerini ancak toparlayabilirdi? Dört kocaman günüm var diye seviniyordum. Evin keyfini sürerim, etrafı istediğim gibi dağıtırım, kızlarla yemeğe çıkarım, diyordum. Bari bir gececik rahat verseydi. Gittiği günün akşamına dönüvermek de nesi?

O akşam akademiden kızlarla güzel bir restoranda buluşmuştu. Hafif müzik, samimi sohbet, biraz şarap, keyfine diyecek yoktu. Nasıl da özlemişti kız kıza toplantıları. Az pişmiş bonfilesinden küçük bir parça ağzına atmış, kırmızı şarap kadehini dudaklarına götürüyordu ki, telefonu ısrarla çaldı. Açmakta tereddüt etti. Hattın ucundaki ses,

Sobe sevgilim, diyordu. İnanmayacaksın ama işim bitiverdi, ilk uçakla eve dönüyorum.

Berna donup kaldı. Ağzındaki bonfile parçası büyüyüp boğazını tıkadı.

Anahtarımı yanıma almayı unutmuşum, neredeysen bir taksiye atlayıp eve dönüver de, sevgilin sokaklarda kalmasın, diye devam etti ses.

Berna yutamadığı şarabı arkadaşlarının üzerine püskürtüyordu az kalsın. Kucağındaki peçeteyi hırsla tabağa fırlattı.

Üzgünüm, acilen gitmem gerekiyor, Aydın yine anahtarlarını evde unutmuş.

Kızlar surat astılar.

Koca adam. Gelip anahtarı buradan alsın. Zaten kırk yılda bir görebiliyoruz suratını. Dedik sana değil mi gir bir işe, biraz çek elini şu adamın üzerinden. Bu kadar bencillik olmaz ki canım.

Yazık değil mi gece vakti. Aksilik işte.  Anahtarını bulamayınca eli ayağı birbirine dolanmıştır.

Arkadaşlarına itiraf edemedi ama anahtarı yanında olsaydı ne fark ederdi? Her şeyi onun düzenine sokabilmek, bir geceyi daha sorunsuz bitirebilmek için yine arkadaşlarını masada bırakıp eve koşacaktı.

Üzerindeki salaş kazağı ve çiçekli atkıyı alelacele çıkarıp dolabın dip köşe bir yerlerine tıkıştırdı. Aydın bu tür kıyafetleri sevmez, yaşına uygun olmadığını söylerdi. Hafif aralık duran dolap kapaklarını sıkıca kapatıp hepsini bir hizaya getirdi. Sabah içinden aceleyle çıktığı yatak darmadağınıktı.  Kısa bir an yatağı olduğu gibi bırakmayı düşündü. Sonra titreyerek gülmeye başladı. Aydın o ana kadar yaşadığı en ağır krizle odanın ortasına yığılıp kalırdı. Aklından geçirdiklerinden utandı. Çabuk ellerle çarşafı gerip yatağın altına sıkıştırdı, yorganı düzledi, örtüyü yaydı, yatağın çevresinde tam bir tur dönüp her taraf eşit mi diye kontrol etti. Yastıkları kabartıp, tam ortada birbirini tamamlayacak şekilde bitiştirdi. Gözleriyle odanın geri kalanını taradı, perdeler, yatak, makyaj masası, hepsi derli topluydu. Çekmeceler bir hizada. Son anda yatağın altına gelişigüzel attığı kitapları fark etti. Telaşla oturma odasındaki kütüphaneye taşıdı hepsini. Alfabetik sıralarını bulup eski yerlerine yerleştirdi. Bazıları sanki biraz daha önde duruyordu. Geri itince diğerleri çok önde kaldı. Çalışma masasındaki tahta cetvele uzandı, tüm kitapları hizaladı. İşi bitince eski yerine bıraktı. Sinirden başı zonkluyordu ama bir ağrı kesici bile yutacak vakti yoktu. Sırada sabah aceleyle duş alıp çıktığı dağınık ve ıslak banyo vardı.

Küvetin kenarına oturup, alnını lavaboya yasladı. Eli ayağı kesiliyordu. Gözlerini kapadı. Lavabonun deliğinden hafif bir kızartma kokusu çarptı burnuna. Onu yıllar öncesine taşıdı. Saklambaç oynadıkları kirece boyalı alçak duvarın hemen dibindeydi şimdi. Koruk ağacının mora çalan üzümleri tepelerinde sallanıyor, akşamüstünün zayıf güneşi asma yapraklarının arasından süzülüp deniz tuzundan keçeleşmiş saçlarında, çil basmış suratlarında, açıkta kalan yanık sırtlarında dolaşıyordu. Pisi otları çıplak ayak parmaklarını gıdıkladı. Heyecanlı nefesleri birbirine karıştı. Elma dersem çık armut dersem çıkma, diye avaz avaz bağırdı uzaktan bir ses. Üst kat balkonundan Süheyla teyze kafalarına bir kova su boşaltıp, hadi artık evlerinize, diye azarladı hepsini. İşte o Aydın’ı, çocukluğunun Aydın’ını çok özledi Berna.

En son sarımsağı, kızartmayı yazlıkta kendi ailesiyle yemişti. Annesini ziyarete gidecekleri zaman önceden sıkı sıkıya tembihliyordu. Kızartma yok, kırmızı et, sakatat, sucuk tarzı şeyler kesinlikle yok. Sarımsak, kavrulmuş soğan yok. Aydın’ın uzun bir yoklar listesi vardı. Aynı yatakta uyuduklarına, aynı tuvaleti kullandıklarına göre aynı şeyler Berna'ya da yasaktı.

Ne yapabilirim ki, burnum aşırı hassas, diyordu Aydın.

Aydın çocukken de aşırı titizdi. Dizi kanadığında veya bisiklete binerken pantolonu kirlendiğinde dünyası kararır, ağlamaya başlardı. İlk gençliğinde katı kuralları vardı. Temizlik merakı, çalışma düzeni, renk uyumu takıntısı yakasını bir an olsun bırakmadı. Berna Aydın’ın annesine bağlıyordu her şeyi, evinden bir çıksa her şey farklı olacak sanıyordu.

Aynı evin duvarlarına hapsolduktan sonra öyle olmadığını anladı Berna. Aydın’ın kontrol hastalığı, düzen deliliği gittikçe dayanılmaz boyutlara vardı. Doktor adamın şikâyetlerini dinledi, zararsız birkaç rahatlatıcı verdi. Her şey kafasında, mükemmeliyetçi kişiliğindeydi. Bu sefer hastalık telaşı başladı. Sebepsiz el ayak titremeleri, nefes sıkışmaları, kâbuslar, uyku bozuklukları.

Beraberlerken her diziyi izleyemezdi Berna. Televizyonda ancak Aydın’ın seçtiği kanallar hafızaya alınırdı. Yiyecek alışverişi beraber yapılır, her şeyin üzerindeki son kullanma tarihi kontrol edilir, fiyatı diğer ürünlerle kıyaslanırdı. Bir haftalık domates ihtiyaçlarını matematiksel denklemlerle hesapladıktan sonra, bir kiloda karar kılardı Aydın. Müsrifliği sevmezdi.

Her şeyi kontrol altında tutmak istiyorsunuz. Bunun imkânsızlığını kabullenmiyorsunuz. Çarpıntılarınız başladığında, nefesiniz sıkıştığında vereceğim hapları alın, ihmal etmeyin. Düzenli bir psikolog yardımıyla tüm bunların üstesinden gelebilirsiniz, demişti doktor.

Aydın karısının gözlerinin içine bakıp, Sen benim biricik psikologumsun, başka kimseye gerek yok bir tanem, deyince karşı koyamadı Berna. Eğitimini yarıda bıraktı, yağlıboya çalışmalarını kesti. Boya ve tiner kokusu Aydın’ı rahatsız ediyordu. Nefes alamadığından şikâyet ediyordu.  On iki yıllık kedisini barınağa bırakmak zorunda kaldı. Çocuk olayını da ertelediler. Kakalı bezler, kusmuklu kazaklar, ağlayan bir bebek, evin dört yanına dağılmış biberonlar, oyuncaklar, uykusuzluk ve hastalık. Bunlarla başa çıkamazdı Aydın.

Berna kafasını yasladığı lavabodan kaldırdı. Dolaptan temizlik malzemelerini çıkardı. Küveti, lavaboyu, tuvaleti çamaşır suyuyla ovup havluları, fırçaları, fön makinesini kaldırdığında ölecek kadar yorulmuştu. Bir günde evi nasıl bu kadar dağıtabildiğine hayret etti. Şüphelendi kendinden. Belki de pasaklının tekiydi. Belki de Aydın bu kadar titizlenmese, kurallar koymasa, her şeyi kontrol altına almasa, ev evlikten, Berna kadınlıktan çıkardı. Belki de hep dediği gibi doktora gitmesi gereken oydu. Annesi ne derdi, ‘kıskanç kocalar boşuna kıskanç olmaz. Vardır altında kimsenin bilmediği bir şeyler.’ Başı zonkluyordu. Salonun müzeyi andıran görüntüsünü bozmamak için mutfaktaki tabureye ilişti, bir fincan bitki çayı ile iki ağrı kesiciyi peş peşe yuvarladı.

Yorgun gözleri mutfağın çiçekli perdelerine takıldı. Yazlıklarının bahçesini hatırlattığı için seçmişti bu deseni. Denize karşı banklarda kızlı erkekli hiç birşey yapmadan saatlerce oturdukları gül bahçesini özlemişti. Akşam yemeği sonrası saçlarını düzleştirir, dolabından uygun bir şeyler seçer, annesinden babasından gizli rujunu sürer, hemen deniz kıyısındaki banklara koşardı. Aydın daha sonra gelirdi. Akşam yemekleri bitmek bilmezdi. Kıyafetlerini özenle seçerdi. Kot pantolonları ütülü, tişörtleri ambalajından yeni çıkarılmış gibiydi. Berna hayrandı onun giyim zevkine. Her şeyi en ince ayrıntısına dek düşünmesine. Oturmadan bankı bir peçeteyle siler, temiz olduğundan emin olunca ancak Berna’nın yanına otururdu. El ele gelecekten, gitmek istedikleri üniversitelerden, gezmek istedikleri uzak ülkelerden konuşur, heyecanla hayallerini anlatırlardı birbirlerine.

Berna’nın hayalleri mutfak için istediği desen perdeyi seçmekten öteye gidemedi.
Biraz daha kaliteli bir şeyler seçebilirdin, demişti Aydın perde kumaşını görünce.
Karısının suratındaki düş kırıklığını fark edince,

Bir tanem bozulma ama dekorasyon konusunda senden daha ince zevklerim olduğunu ikimiz de biliyoruz. Niye bana sormadan aldın ki perdeyi, diye çıkışmıştı.

Ütü için çok az bir zamanı kalmıştı. Kocasının yarın sabahki iş toplantısında giymeyi planladığı krem rengi pantolonu askıdan alıp güzelce ütü masasına yaydı. Ütünün tabanı pırıl pırıldı. Kar beyazı bir tülbenti pantolonun üzerine serdi. Ütü ısınana kadar banyoya girip kırılan tırnağını törpüleyebilirdi. İşaret parmağında hafif bir batma hissetti. Törpünün sivri ucu parmağını zedelemişti. Ağzına götürüp emdi. Yara bandı saracak zamanı yoktu. Ütünün ısınma sesini duydu.
Ütü beyaz tülbentin üzerinde yağ gibi kayıyordu. Kırmızı bir noktacık irkilmesine neden oldu. Berna parmağına baktı, pembemsi bir noktadan başka bir şey göremedi. Panikle tülbenti kaldırıp pantolonu taradı gözleri. Sağ paçanın kıvrılma yerinde, toplu iğne başı büyüklüğünde belli belirsiz bir kan lekesi vardı. Berna banyoya koştu, temiz bir beze leke çıkarıcı döktü, kanı temizlemeye çalıştı. İnatçı şey çıkmıyordu. Büyük bir olasılıkla görmezdi Aydın. O kadar küçük ve belirsiz bir noktaydı ki. Pantolonu yıkamaya veya temizleyiciye götürmeye zamanı yoktu. Pantolonun ütüsünü tamamlayıp dolaptaki yerine astı.

Kapının zili ısrarla çaldığında ev kontrole hazırdı.

Sobe, benim güzel sevgilim. Anahtarımı unuttum diye kızmadın değil mi?

Bu olur olmaz tekrarlanan, çocukluktan kalma sobe lafı asabını bozmaya başlamıştı artık.

Bak ne diyeceğim, kendimi affettirmek için kızları bir akşam eve çağırsan?

İnanamıyorum. Sen eve misafir istemezsin ki hiç.

Bu aralar benimle perişan oluyorsun.

Teşekkür ederim canım. Ama kızlar sigara içmeden duramazlar, konuşmaları, tavırları seni rahatsız eder. Unut gitsin.

Valizi küçük odaya bırakıyorum. Elleme sen. Yatalım uyuyalım, sabah erken toplantım var. Elbiselerimi hazır etmişsindir.

Gece boyunca lekeyi düşündü Berna. Soldan sağa, sağdan sola dönüp durdu. Uyumaktan vazgeçip tavanın boşluğuna dikti gözlerini. Karanlık, kocaman bir leke olup tüm odayı kapladı.

Pantolonu kan lekesi yaptım desem. Hata yapamaz mıyım? Yemeği kötü pişiremez miyim? Bütün gün gecelikle dolaşamaz mıyım kendi evimde?  Pasaklı olamaz mıyım? Belki de hastalanır? Toplantıya gitmekten vazgeçer. Belki de hiç uyanmaz. Neler diyorum ben? Sabah uyanır uyanmaz ilacını versem? Heyecanlanmaz o zaman. Anlar mı bir şeyler çevirdiğimi?

Alarmın zili çaldığında Berna çoktan uyanmıştı. Aydın banyoya, kendi mutfağa geçti. Yeşil çay, beyaz peynir, birkaç ceviz içi, bir tutam maydanoz, petekli çiçek balı ve dört dilim tam tahıllı ekmek dilimini bir tepsiye dizip camın önündeki masaya taşıdı. Kocasını kahvaltıya çağırdı. Berna çatalıyla tabağındaki peyniri ezerken, Aydın bir gün öncesinin olaylarını, İngilizlerle yapacağı toplantının ona ne gibi imkânlar sağlayacağını, çok dikkatli olması gerektiğini anlatıyordu.

Ters giden bir şey mi var?

Yok.

Gülümse biraz. Yeteri kadar heyecanlıyım zaten.

Aydın son yudum çayı kafasına dikip giyinmeye gitti. Berna hiç kıpırdamadan oturdu. Dolap kapaklarının, çekmecelerin sesleri geliyordu.

Sevgilim kravatımı bağlayamadım, bir bakar mısın. Ellerin temiz mi?

Pantolonunu giymiş olmalıydı. Kravatını en son bağlardı. Berna titrek ellerle kravatı onun istediği gibi bağladı. Aydın aynanın önünde birkaç kere çekiştirip düzeltti yeniden. Ceketini ve evrak çantasını aldı, hole ilerledi. Lekeyi fark etmeden bir çıkabilseydi.

Bugün bağcıklı güderi ayakkabılarımı giyeyim. Bu pantolonun altına başka bir şey uydurmak zor.

Ben getiririm ayakkabıları, dedi Berna nefesi daralarak.

Aydın çekecekle ayakkabılarını giydi. Bağcıklarını bağlamak için sağ ayağını pufa dayadı. Berna sabit gözlerle kocasını izliyordu. Puftaki ayak, pantolonu hafifçe yukarı doğru çekti. Küçük kırmızı noktacık rahatlıkla görünüyordu artık. Sağ ayağını yere indirip, solu uzatacaktı ki durdu.

İnanmıyorum. Bu leke de nesi?

Hangisi canım? Göremiyorum.

Görmemek için kör olmak gerek. Şaka gibisin. Ben sabahtan beri toplantı diyorum, çok önemli diyorum, İngilizler diyorum.

Vallahi de görünmüyor. Kim bakacak toplantıda paçanın kenarına?

Ben gördüm, yeter. Yapamam, bu halde çıkamam evden. Bittim ben. Kıyafetimi değiştirecek vakit de kalmadı. Ben kötü oluyorum.

Aydın kapı önündeki pufa çöküverdi. Berna’nın umarsızlığından, dikkatsizliğinden başladı. Biteviye konuşuyordu. Aralarda sızlanıyor, rahat nefes alamadığı için şikâyet ediyordu. Kravatını gevşetti. Düğmelerini açtı. Berna ayakta bekliyordu. Onu ikna edemeyeceğini anlamıştı.

Midem bulanıyor, sol kolum uyuşmaya başladı, sinsi bir ağrı kalbimin üzerinde geziniyor, dedi hırıltılar arasında. Ütülü gömleğinin koltuk altları ter içinde kalmıştı.

Berna konsolun üzerinde sakinleştirici hapları aramaya başladı.

Valizde, dedi Aydın.

Berna arka odaya koştu.

Çabuk ol. Nefes alamıyorum. Ah, bunu nasıl yaparsın. O koca lekeyi göremeyecek kadar beyinsiz misin, diye söylenmeye devam etti Aydın.

Berna valizi açtı, ilaç kutusu görünürde yoktu. Eline gelen birkaç parça çamaşırı dışarı fırlattı. Gördüğü şey karşısında donakaldı. Aydın’ın unuttuğunu iddia ettiği anahtar destesi ortada öylece duruyordu.

Saklamış çamaşırların arasına. Demek sobe sevgilim, gerçek saklambaç nasıl oynanırmış gör bakalım.

Valizin file cebinden ilaç kutusunu alıp sabahlığının cebine koydu.

Berna? Bırakma beni, çok fenayım.

Berna terliklerini sürüyerek koridora çıktı. Puftan yere kaymış kocasına baktı. Gözlerini yummuş, kafasını duvara yaslamış, bembeyaz bir suratla çırpınıyordu. Kadın kararlı adımlarla banyoya geçti, klozetin kapağını kaldırdı, kutudaki ilaçları teker teker tuvalete attı. Sifonu çekti. Suyun girdabı her şeyi yaladı yuttu. Elindeki boş ilaç kutusuyla hole çıktı yeniden.

Sevgilim hiç ilacın kalmamış. Ne kadar çabuk tükettin bu kez?

Kocasını mızıldanmalarını duymazdan gelerek pardösüsüne uzandı, çanaktan anahtarlarını ve para cüzdanını aldı. Çorapsız ayağına çizmelerini geçirdi. Karışık saçlarını taramadı bile.

Eczaneden bir koşu alıp geliyorum canım, dedi geriye dönüp bakmadan.

Kaynak: altZine.net, altTema Denge

Füsun Çetinel

2 yorum :

  1. Füsun,
    Bu hikayede kendimi buldum epeyce. Çok güzel anlatmışsınız. Yıllarca takıntılı bir kocayla yaşadım. Geriye dönüp bakmadan çıkıp gitmenin planlarını yapıyorum desem..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Of çok zor gerçekten... Yani birlikte yaşamak da, çekip gitmek de... En iyisi oturup yazmak!

      Sil