Tarık Günersel İle Kalemi
Tarık Günersel, şair, öykücü, aforist, denemeci, liberttist, çevirmen, dramaturg, oyuncu ve yönetmen. Sanatın opera, tiyatro, sinema, edebiyat gibi pek çok alanında çalışan çok yönlü bir sanatçımız.
2007-2009 döneminde Dünya Yazarlar Birliği PEN’in Türkiye Merkezi Başkanı olarak görev yapan sanatçı 2010 yılında Uluslar arası PEN’in yönetim kuruluna girerek bu kurulda yer alan ilk Türk ve Yakın Doğulu yazar olmuştur.
Onun izlenim ve değerli fikirlerini sizlerle paylaşmak istedim.
Dersten sıkılırım ben, kalıplara sıkıştırılmış şeyleri sevmem. Onun için buradaki birlikteliğimize ders demeyelim. Ne ders değilse onunla ilgilenirim ben.
Yaratıcı yazarlık geniş bir şeyin parçası asıl olan Yaratıcı Yaşarlık. Kolay hata yapabileceğimiz, kolay kınanabileceğimiz bir alan.
Önce bol bol okuyun, sonra yazın denir. Bence tam tersi. Önce yazar sonra okursunuz. Alışılagelmiş kalıplar bizi hizaya getirmeye, robot olmaya yöneliktir. O yüzden şairlik, yazarlık tehlikelidir. Bu kişiler kalıpları kırmak için yazar ve yaşar o yüzden de öldürülür, hapse atılır, tehdit edilirler. Benimle ilgili bir soruşturma sürüyor hala. Türkiye’de bu çok normal.
Yazmak bedava.
Yazmak macera, özgürlük. Bir insan yüzücü olmak istiyorsa eğer TV de olimpiyatları seyrederek yüzücü olamaz. Yazmadan da yazar olamazsın. Bence herkes yazar, şair ve romancı olabilir. İnsanın tek engeli kendisidir. Devamlı ‘’ama ben yapamam, ben yazamam’’ der durur. Herkes Fuzuli olamaz ama şair olabilir. En önemli okurunuz kendinizdir. Yazarak biriktirdiğiniz sürece, yazdıklarınıza döner, onları okuyup hayatınızı daha iyi anlar ve zenginleşirsiniz. Bunları kendinizle sohbet olarak görebilirsiniz. Yazdığınız şey sizin hoşunuza gidiyorsa 1-0 öndesiniz demektir. Başkası beğenmiş beğenmemiş sizi alakadar etmez.Hepimiz deformeyiz. Potansiyelimizin gerisinde yaşıyoruz. Hepimiz özgürleşebiliriz. Bu süreç sonsuz bir süreç. Dünyanın her yerinde kalıplar içine sıkıştırılmış hayatlar var. Yeni kitabım bunun üzerine, ''Nasıl gidiyor kölelik?''
Bu bir ideoloji. Dar kalıplara alıştırılmışız. Dogmatik düşünceler empoze ediliyor devamlı. Türkiye’de beyinsizleşme operasyonu yapılıyor. Yapılmakta. Debrainization, İngilizce kelimesi bile var.
Yaratıcı Yaşarlık bir özgürleşme mücadelesidir.
Devrimci, sonsuz bir süreçtir. Birçok yaratıcı yazarlık kitabında görmüşsünüzdür. Birinci aşama oto sansürsüz yazın. Başka kimse okumayacakmış gibi, kendinizi irkiltme pahasına yazın. Malzemeyi ortaya koyun. İkinci aşama ayıklamaktır. Hangileri size iyi geliyor? İlham beklemek diye bir şey yoktur. İlham ancak bir trafik kazasıdır, çarpışmadır. Profesyonel yazarlar hangi noktada profesyonel? Yazmak hayatının organik bir parçası olmuşsa o kişilere profesyonel yazar denebilir. Üçüncü hamle, ayıkladığınız, seçtiğiniz şeyleri işlemek. Ekle, çıkart. Dördüncü aşama, dinlendir, mesafe koy araya. Beşinci aşama, tekrar bak. Mesafeli bak. Rötuşlar yap.İlke olarak bu süreç sonsuzdur. Ressamlar bile der, bitmiş eser yoktur diye. 1974’te Yangın şiirimi yazdım. Kırk yıl içinde bazı fiil ve kelimeleri değiştirdim. Bu Yahya Kemal ekolüdür. Behçetnecatigil ekolü ise hiç ellemeyen, yazılmış şiirle hiç oynamayan bir ekoldür. Bir keyif meselesi bu. Siz nasıl isterseniz öyle yapın. Hayat zaten mecburiyetlerle dolu, yazmak ise keyifli olmalı, mecburiyet barındırmamalı içinde.
Kütüphanenizde en başa kendi yazdıklarınızı koyun. Hiçbirini atmayın. Öldüğümüz zaman biz öleceğiz. Yaşarken de biz yaşayalım o zaman. Bu bir tercih meselesi. Boşnak, Sırp, Hırvat öğrencileri bir araya getirip bir konuşma yapmıştık. Orada şunu söylemiştim. Egemenlerin, şairleri hapse atması normal ama daha akıllıların yaptığı şairlerden hiç bahsetmemek. Sonuçta ceza, hapis hep normal.
Geçen kasımda Brüksel’de söylediğim gibi, Hapis Yazarlar Konferansında, PEN Türkiye başkanı olarak oradaydım. Kırk kişiydik ve her konuşmacı için ancak iki dakika süre verilmişti. Düşündüm, nasıl anlatırım derdimi iki dakikada diye.
''Eviniz kaç odalı? Üç mü, aslında dört odalı. Dört mü, aslında beş odalı. Yazarsanız, her an hapse girebilirsiniz. Bunun düşüncesi ile eviniz hep bir oda daha fazla.'' Aynısını Abdullah Gül’e de söyledim. Bazı yazarlar köşesinde oturup öykü, roman yazmakla yetinir. Ben ikinci tür yazar topluğundanım.
Yaratıcı olamayan yazarlığa gelince, turizm broşürleri, gazete makaleleri olabilir. Turizm broşüründe bile yaratıcılık vardır gerçi.
Bir de yaratıcı okurluk kavramı çıktı. Bu kavramı düşünmekte yarar var. Çok hoş bence.
İnsan sevişe sevişe sevişmeyi geliştirir.
Yazmak da öyle, Özgürleştiricidir. Yazarken şiir, öykü, roman yazacağım diye bir hedefe de gerek yok. Cümle olabilir, kelime olabilir. Hiçbir kalıba girmeyebilir. Bir süre sonra tüm yazdıklarınız bir şey oluşturabilir.
Değinmek istediğim birkaç konu var. Hangi yıldayız? Sorum yanlış aslında. Hangi yıllardayız? Miladi takvim, hicri, Musevi, Çin klasik takvimi. Çok çeşit var. Varsayılan bir yaratıcıyla ilgili dönüm noktası seçmek yerine, yazının icadını seçmek geldi aklıma. Pratik bir yaklaşımla 2013’e 4000 ekleyelim. 6013 yılındayız. Sonra fizik dilinde Big Bang var, ben buna Devpat demeyi tercih ediyorum. 13 milyar yıl önce başlamış bir süreç. Onun için Romen rakamlarını öneriyorum. 14 milyar 6013 yılındayız yani. Doğanın ve insanın tarihine saygı.
Ben bu noktada anladığınız gibi doğacıyım. Doğaüstücü değilim. Bu evren sona ererse yine doğa olacak.
Bir başka nokta da şu. Amerikan Ulusal Dergisi var, Sampsonia Way, internette. Earth Civilization Project. Bunu ilk orada açıkladım. Dünya Uygarlığı Projesi. Ancak dünya çapında bir hamle olabilir. Hayatın gerçekleri arasında şiddet, cinayet olabilir ama sevgi, edebiyat, dayanışma da var. Bir takım aydınlar var. Örneğin, feminist Müslüman Pakistanlı Bina Shaheen Siddiqui . Birçok iyi insan var. Bunlar hep tepki veren, muhalif konumdalar. Bu aralar pro-aktif lafı moda. Aktif bir proje, üst proje ise Dünya Uygarlığı. Çeşitli projeler buna konumlanabilir. Yarının dünya toplumunu kurmaya adım atabiliriz. Unesco, Pen, uluslararası güzel kurum ve örgütler var. Bu örgütler arasında iletişim yok. Koordinasyon yok.
Dünya Uygarlığı Projesi hem ütopik, hem gerçekçi bir proje. Bir şairin dediği gibi, ''Ütopyalar kuzey yıldızı gibidir. Size yol gösterirler.'' Laik ve demokratik Arabistan bir ütopya mesela.
Papa, herkes Katolik olsun, der mesela. Hep totaliter bir yaklaşım.
Kimi elmalar vardır. Herkes elma olsun, kahrolsun portakallar der. Kimi elmalar, en güzel biziz ama portakallar da dursun der. Bunlar demokrattır. Kimi elmalar da keşke biraz üzüm biraz portakal biraz erik olabilsek derler. İşte ben de onlar gibi posttürk olmayı seçtim. Yani dünyalıyım. Herkesten biraz. Kökenimi inkâr etmiyorum. Ama ben niye buna hapsolayım? Herkese saygım var. Türkiye’de Kürt ırkçılığı yaygın ama Batıda da Türk ırkçılığı. El Kaide, Mevlana Müslüman’dır. Martin Luther King, Ku Klux Klan ise Hıristiyan. Her dinin iyisi de var kötüsü de.
Yaratıcı Yaşarlıkla bağlantılı olarak felsefe verilen kalıpları sorgulamaktır. Haç gördüğünüzde ilk aklınıza gelen şey nedir? Neden Spartaküs değil de İsa gelir akla? İsa rol çalmıştır. İsa komüncü idi, komünist anlamında. ''Cennete gitmek devenin delikten geçmesi kadar zordur,'' demişti. İsa’yı nasıl ehlileştirdiler? İşte kitabım hep bunlarla ilgili. En azından Spartaküs’ü de anın, o köleliğe karşı savaştı.
Birkaç yıl önce aklıma şu soru geldi. İslam âlemlerine sormak istiyorum. Hicri takvim Hz. Muhammed temel tezine aykırı değil mi? Hicretin dönüm noktası sayılması Hz. Muhammed’in fikri mi? Hayır, eğer o uygun görseydi hicreti dönüm noktası kendi yapmaz mıydı? Sorguluyorum, düşünebiliyorum. Bu bir haktır. Dünyada iyi bir şeyler varsa, onu sorup düşünen insanlara borçluyuz.
Şimdi de otobiyografik birkaç şey söylemek istiyorum.
Yirmi yaşında Moda’da turluyorum. Edebiyat tarihindeki bütün şaheserler başarısızdır, bu aklıma geldi birden. Peki, dedim, ben şair olarak nasıl bir proje seçeyim ki, başarısız olayım ama ortaya bir şaheser çıksın. Stratejim nasıl olmalı? Hayat kaotik, ben gelişmeye açığım.
Kendimi sınırlandırmadan yazarım. Sekiz on yılda bir yazdıklarıma bakarım. Çok türde bir mozaik oluştururum. Kırk üç yıllık proje bu. Ben gerçekte tek bir eser yazıyorum. Bütün kitaplar tek. Öyküler, şiirler, hepsi iç içe geçmeye başladı.
1992’de aklıma geldi. Shakespeare’in stratejik hatası neydi? Homer dendiğinde aklımıza İlyada gelir. Dante deyince İlahi Komedya. Goethe deyince Faust. Shakespeare bir sürü eser yazmıştır. Popüler, kaliteli eserler vermiş, iyi paralar kazanmıştır. Dahi şair ve piyesçi. Yazdıklarına bir baksaydı ve piyeslerin edebi versiyonlarını yazsaydı müthiş bir şey olurdu bu. İşte stratejik hatası burada.
Yazdığım her piyesin edebi versiyonunu yazıyorum. Onlar mozaikte birleşecek. Böyle bir çalışma sürdürüyorum. Hayat sonsuz, her birimiz birer sonsuzluğuz. Böyle zannederek daha çok özgürleşebiliriz. Shakespeare, olan imkânı istememiş, yapmamış. Yapması gerekli demedim. Yazarın gücünü değerlendirmesi açısından eksiklikleri var.
Ben yapamam, ben yazamam diye kısıtlamamalıyız kendimizi.
Hepimiz keyifli, olumlu yaşayabiliriz. Birkaç kere şiiri bırakmaya çalıştım. Yapamadım. Varoluş stratejisi bu benim için. On yıllarca bakkaldan ekmek istemek bile benim için bir işkence oldu. Nasıl demem gerektiğini bilemedim. Burada size konuşuyorum, bu başka bir şey. Her gereksinmemi yazarak ifade ettim. Yazmaya yoğunlaşmak benim hayatta kalmamı, intihar etmememi sağladı. Son iki yıldır acı çekmeden de yazılabileceğini fark ettim. Ancak altmış yaşında anlayabildim bunu.On üç yaşında yazdığım bir şiirim var, bir kerede yazdım. Bunu yazdığımda sadece ilkokul kitaplarındaki manzumeleri okumuştum. Annem beni yine o yaşlarda İl Pagliacci operasına götürmüştü. Aynı akşam eve dönünce yüzümü boyamış ve kararımı vermiştim. Ben de tiyatro yazacaktım.
Yine on yaşlarında annemle birlikteyken, annem Kadıköy Maarif’i gösterip şöyle söyledi,
''Çok çalışıp bu okula girersen İngilizce öğrenirsin. AFS bursu ile Amerika’ya gidebilir, orada beğendiğin oyunları İngilizce olarak seyredebilirsin.''
On yaşındayken yaptığım tüm planları uyguladım. Annemin dediği her şeyi yaptım. On sekiz yaşım için planlar yapıyordum. Nasılsa meşhur olacaktım ya, her yazdığımı arşivledim. On beş yaşında ateist şiirler yazdım. Bertrand Russel okuyordum. On sekiz yaşında kendi anayasam için şiirler yazdım. Kırk yaşında, Uzay Bilinci diye bir kitap yazdım. 1992’de Türkiye’nin ilk şiir akademisini açtım.
1994’de internet devreye girdi. İnternet bütün dünyayı birleştiriyor, o zaman neden bir edebiyat enstitüsü olsun ki dedim. Poetic Space Lab, Şiir Uzayı Laboratuvarı kavramı aklıma geldi. Kurduk. Anarşist bir örgütlenmeydi.
Başka bir gün Moda’da yine turluyorum. Dünya Şiir Günü’nün olmadığını fark ettim. Acaba vardı da, ben mi bilmiyordum? Gülseli İnan’a telefon açtım hemen. O da onayladı bu fikrimi. İkimizin önerisi ile Pen Türkiye Merkezi bu fikri kabul etti. Unesco Dünya Şiir Günü’nü benimsedi. Bu arada 1950-60’larda bazı ülkelerde Ekim ayında kutlanıyormuş. Ben bu fikri orada sunduğum için, Pen Uluslar arası kabul ettiği için 21 Nisan kabul edildi. Bazı arkadaşlar bu günü kabul etmediler. Resmi değil dediler. Biz neşeyle, şiirler söyleyerek kutluyoruz hâlbuki size ne.
Kendimi hiç bir zaman sınırlamadım. Yaratıcı yaşıyorum. Mozaiğimi tamamlamaya çalışıyorum.
Derleyen: Füsun Çetinel
0 yorum :
Yorum Gönder