''Bari bu mutlu gününde arasan, sorsan babacığını. Öksüzler gibi evlenmek de neyin nesi güzel kızım?''
Gülfide bir parça kıymalı böreği bir yudum çayla ağzında yumuşatmaya çalışırken konuşmasına devam etti. Zeynep boşalan bardakları bahane edip mutfağa geçti. Mermer tezgâh boş bira şişeleriyle kaplıydı. Beklemiş malt kokusu çayın kokusunu bastırmıştı.
''Elin adamı hiç çekmez senin alkolik abini. Önceden tembihle de öyle avenesiyle atışıp çat kapı damlamasın evinize. Yerini yurdunu bilsin.''
Komşu kadının kelimeleri evin dar koridorunda yolunu bulup Zeynep’in üzerine ağırlığınca çullandı. Genç kadın salona geri dönecek kuvveti bulamadı kendinde. Dibinde cansız sigaralar yüzen şişeleri teker teker çöp poşetine koymaya başladı.
''Gelinliğine karar verdin mi a kızım? Şunun şurasında bir aydan az zamanın var. Niye bu kadar ağırdan alırsın ki, anlamadım gitti.''
Çöp poşeti iyiden iyiye ağırlaşmıştı, patladı birden.
''Ay ne kırıldı Zeynep? Nazar olur inşallah. Servet amcan da görmek ister seni gelinlikle. İyice canı sıkılır oldu son günlerde.''
Cam parçaları mutfak zemininin dört bir yanına dağılmıştı. Zeynep yere çöküp kaldı.
Niye elini uzattığı her şey dağılıyordu? Varlığı neden yetemiyordu sevdiklerini yanında tutmaya? Gülfide'ye nasıl anlatırdı ki evlenmeyeceğini, Koray’ın onu terk ettiğini? Babasının soğuk bir Nisan günü onları terk ettiği gibi.
Yerdeki cam kırıklarını dörder dörder ayırmaya koyuldu. Bu annem, bu Hakan, bu babam, bu da sekiz yaşındaki küçük Zeynep olsun.
Ne laf anlamaz kızsın sen. Baban başka kadına gitti. Bir kirli çamaşırlarını, bir de sizi başıma atıp gitti.
''Babanın telefonunu Koray’a ver? O arasın davet etsin, daha yakışık alır.''
Bu annem, bu Hakan, bu babam, bu da benim çocukluğum olsun.
Ama terlikleri var ya kapıda anne. Gelecek demek ki. Gel-me-ye-cek. Baba lafı duymak istemiyorum artık. Terlikleri de atarım, sizi de, anlaşıldı mı. Bu eve bir daha gel-me-ye-cek. Atma anne, terliklerini atma lütfen. Biri benim, biri Hakan’ın olsun.
''Zeynep kızım iyi misin? Faraşı bulabildin mi? Servet amcanın sırtı hep cılk yara. Merhemler fayda etmiyor artık.''
Yavru köpekler gibi onun işten gelişini beklerdik. Apartmanın demir kapısı kapanır. Merdivende yaklaşan ağır, yorgun ayak sesleri. Holde duran terlikleri verme yarışına girerdik. Sol teki ben uzatırdım, sağ teki Hakan.
Gülfide çatalını tabağına koyup hole seğirtti. Bir çift terlik aranmaya başladı ayakkabı dolabının derinliklerinde. Eline tek bir erkek terliği geldi, kahverengi ve eski. Diğer teki görünürde yoktu.
''Teki var teki yok kızım. Durma öyle çıplak ayakla cam kırıklarının ortasında.''
Allahın cezası tek terlik. Niye tutmuştu ki şimdiye kadar? Hiç istemiyordu ama ağlıyordu işte. İlk önce usul usul, titreyerek, iç çekerek, sonra katılarak, soluksuz, tek terlikle göz göze gelmemeye çalışarak. Gülfide ne yapacağını bilemeden mutfağın kapısında kalakalmıştı.
''Koray da terk etti beni.''
Yaşlı kadın iç geçirdi. Ocaktan demliği alıp bayat çayları çöpe döktü. İki ölçek yeni çay doldurdu kavanozdan. Demliği çaydanlığın üzerine oturtup ocağın altını açtı yeniden.
Zeynep titredi, burnunu çekip yanan ocağa sokuldu iyice. Camdan görünen baharı seyrettiler bir süre birlikte. Karşı binanın su oluğuna bir çift kumru yuva yapmıştı. Nöbetleşe uçup yemek bekleyen, sabırsız yavrulara ağızlarında kurt taşıyorlardı.
''Bu baba,''dedi Zeynep boynu çillerle kaplı pembe gri bir kumruyu gösterip. ''Yavrular da hep aç.''
Konuşmadan cam kırıklarının ortasında çaylarını yudumladılar. Zeynep kumru ailesini seyretmeye devam etti özlemle, Gülfide yutkundu, demek isteyip de diyemediklerinin yerine bir dilim kıymalı böreği tabağıyla genç kadının önüne ittiriverdi sevgiyle.
Füsun Çetinel
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum :
Yorum Gönder