Kakalakya

| 0 yorum

Bu dünyadaki, bu kentteki yerim hakkında bütünüyle kararsızım. Kafka



Bir zamanlar Kafka’nın soğuk şehrinde çöpler ancak el ayak çekildikten sonra toplanırdı.

Çoğunluk, geç kalmaktan korkarak gece ikiye kadar rahatsız bir uyku uyurdum. Perdelerden süzülen karşı kafenin neonlu ışığı eşyalara mana katmakta zorlanır, beni çok kısa bir süreliğine memleketimde olduğum yanılgısına sürüklerdi. Arschloch kelimesi nerede olduğumu hatırlatırdı hemen. Pencere pervazında oturmuş beni gözleyen kediye parmaklarımla sus işareti yapardım. Sakın cevap verme. Yatağı gıcırdatmamaya özen göstererek doğrulurdum. Kedi kısa bir mırk sesi çıkararak kendini tahta zemine bırakırdı. Önümüz sıra birkaç sinsi karaltı kaçışırdı karanlık boyu.

Mutfağın ışığını açınca iri bir karafatma sinsice lavabo deliğinde kaybolurdu. Diğerleri gölgelere dağılırdı. Karafatmaların geceye kattığı gerçeklik duygusu hoşuma giderdi. Hemen kapardım ışığı. Karanlığın içinde üst üste yığılı tabakların arasında korkusuzca gezinmeye başlarlardı yeniden. Her yerdeydiler. Saç teli kadar hafiftiler. Temkinliydiler.

Fazla oyalanacak zamanım olmazdı, bir an önce çıkıp insanların duvar diplerine, saçak altlarına, izbe pasajlara, çıkmaz sokaklara boşalttıkları çöpleri talan etmek zorundaydım. Elimde kalan son yüz avroyla bu yabancı şehirde daha ne kadar devam edebilirdim ki?

Böcek olmayı öğrenmiştim. Her tarafta olup da yakalanmamayı, insanların yağlı bulaşıklarında, artıklarıyla tıkalı borularında teklifsizce dolaşmayı. Yugoslav asıllı kapıcı kaçak olduğumu öğrense, böcek imha ekibini çağırıp önüne çıkan her deliğe zehir boca ettiği gibi benim de işimi bitiriverirdi.
Kimsenin gücü bu parlak kabuklulara yetemiyordu. Yaşamaları, üremeleri, tüm bloğu kıvıl kıvıl sarmaları hoşuma gidiyordu bir yerde. İnsanların uykuya çekildiği sessiz saatlerde duvar diplerinde, tabakların kıyısında, mutfak dolaplarının kapaklarında başkalarının artıklarıyla inatla yaşamaya çalışıyorlardı. Fişlerin içine bile yuvalamışlardı ama en çok sevdikleri yer deliklerdi. Karanlık, yağlı, sıcak, pis, kuytu ve uzak delikler.

Benim deliğim ise benim gibilerin yaşadığı bir izbeydi. Yerdeki pis şiltem, karton kutulardaki giysilerim, çöplerden topladığım yayları fırlamış bir koltuk, birkaç minder. Bu düşman şehirde, enselenmem an meselesiydi, hastalanmak, kurallara uymamak, ırkçı birinin asabını bozmak, bisikleti yanlış yere bırakmak.

Hava kararınca çıkardım ancak dışarı. Halı kaplı koridora kafamı uzatır tüm kapıların kapalı olduğundan emin olurdum. Yugoslav kapıcının domuz pastırmalı lahana kokusu koridoru terk etmemiş olurdu daha. Nikotini andıran ekşi bir kahve kokusu eşlik ederdi bu ağır kokuya. Çabuk adımlarla sokağa atardım kendimi. Bir nefes taze havayı içime çekebilmek için gecenin diğer karaltılarına karışırdım. Gözlerim yerde, kaldırımın en uzak kenarından yürür, insanların yolunu kesmemeye çalışırdım. Günün yaşantısı pis bir koku bırakmış olurdu her yana. Sidik, dışkı, kusmuk, alkol ve ekşi çöp suyu bayat kadın kokusuna karışırdı.
Geri dönüşümde poşetim ganimetlerle dolu olurdu. Yarısı yenmiş bir pizza, tarihi geçmiş peynir, bazı giysi parçaları, ama en çok kitaplara sevinirdim. Şanslı günümdeysem bir parça çikolatalı kek. Dikkat çekmemek için çok fazla yüklenmezdim. İlk önce posta kutumu açardım ses çıkarmadan. Reklam broşürlerinin arasında sarı bir zarf arardı gözlerim. Faturaların dışında hiçbir şey olmazdı yine. Eve varır varmaz bulduklarımı masaya yayardım. Kendime sıcak su koyar, kavanozun dibinde kalmış kahveyi sıyırırdım. Bazen sadece kokusunu çekerdim içime. Film ve kitaplardaki gibi iyi yürekli, yaşlı ve yalnız bir kadın komşum olmadığına hayıflanırdım. Bana kahve yapacak, beni dinleyecek, şımartacak

Böcek olmayı öğrendiğim yıllarda yaşamak için görünmemem gerekti. Kafka’nın şehrinde böcek olarak, böceklerle yaşamam gerekti çok uzun bir süre. Sonra mı? İnanılası değil ama kaderim birdenbire değişiverdi. İş buldum, ben de diğerleri gibi yasal oldum. En yakın yapı marketten birkaç parça yeni mobilya aldım. Eve çeki düzen verdim. Temizledim. Buzdolabım oldu, ilk başlarda zorlansam da tarihi geçmiş gıdaları çöpe atmaya başladım. İstediğim saatte girip çıkabiliyordum artık eve. Karafatmalar gözüme batmaya başladı. Temiz tabaklarımın üzerinde gezinmeleri, evi sahiplenmeleri, lavabo deliklerinden çıkıp açıkta kalan yemekleri tırtıklamaları midemi bulandırıyordu. Yugoslav kapıcının eline üç beş kuruş sıkıştırdım, yılışık yılışık gülümseyip hemen böcek imha ekibini çağırdı. Zaten çok fazla kalmadım o delikte, kendime başka bir vatan buldum.

Kaynak: altZine.net, altTema Delik

Füsun Çetinel










0 yorum :

Yorum Gönder