On küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Koridorun sonundaki odada kalırdı. Etliye sütlüye karışmaz, ancak yemekten yemeğe inerdi aşağıya. Ne verirlerse şikâyet etmeden yerdi. Bizim beğenmediğimiz pilavı makarnayı önüne çeker, ağzını şapırdata şapırdata bir yerdi ki. Neresine giderdi onca şey? Hareket etse, koridorda yürüse ya azıcık. Tek yaptığı girişteki koltukta oturup duvar saatini gözlemekti. Yanı başında bastonu, üzerinde her gün aynı partal hırkası, başında tığ işi namaz takkesi. İzmirliymiş. Hiç evlenmemiş. Odamı temizlemeye gelen kızlardan duyduklarım. Geçen akşam yemekte verdikleri turşu dokunmuştur belki de. Tuzdan tansiyonumuz fırlar diye korkudan hiç birimiz yemedik. Masada ne kadar turşu varsa önüne çekip nefes almadan yaladı yuttu. Bakakaldık. Bastonunu ihtiyacı olan birine vereceklermiş.
Dokuz küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Yan odada sabaha kadar öksürür dururdu zavallı. Tamam derdim şimdi tıkanıp ölecek. Bir doktora gitsene be kadın, diye söylenirdim arada. Duvarımız bitişik. Öksürüklerini duymamak için televizyonun sesini sonuna kadar açardım. Seyrettiğim diziden de bir şey anlayamazdım ya. Yemeğini odasına getirirlerdi. Kapısı kapanmazdı hiç. Bazen, önünden geçerken içeriye uzatırdım kafamı. Üzerinde hep aynı eski, lekeli pembe sabahlık. Damarlı şiş ayakları pufta. Koltuğunda ağzı açık horlar bulurdum. Sabahlığının açık kalan yerinden içi görünürdü. Çırılçıplak. Uyandırsam mı, derdim. Belki de farkında değildi? Gizlice içeri girip avaz avaz bağıran televizyonu kısardım. Uyanır gibi olur, dikleşirdi. Hemen kaçardım odasından. Kaç kere, bir hastaneye götürsünler artık şu kadıncağızı, dedim kat hizmetlilerine. Kimse tınmadı. Sonuçta o da bir candı. Gittiğine üzülsem mi sevinsem mi bilemedim.
Sekiz küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Gül bahçesine bakan odada kalıyordu. İşini pek bilirdi Sevinç. Artık nasıl yağladıysa yönetimdekileri? Herkesten sonra gelip en güzel odaya yerleşivermişti. Ayaklı dedikodu makinesi, herkesin her şeyini bilirdi. Rauf Bey yemekte karşımda oturdu diye hakkımda laf çıkarmıştı. Ben mi dedim adama gel otur diye. Herkesi kendi gibi bilirdi. Memelerini titrete titrete bir yürüyüşü vardı ya. İçten pazarlıklı Sevinç, adamın dolgun maaşı varmış, savcı emeklisiymiş. Babasından kapı gibi milletvekili maaşı alıyordu da hala para derdindeydi. Ya işte, kefenin cebi yok Sevinç. Ne oldu? O canım işlemeli örtüleri, kanaviçe kırlentleri hep yağmaladılar. Varak çerçeve içindeki genç kızlık fotoğrafını, elbiselerini, çöp konteynırında görmüş Zuhal. Dilim gerisini anlatmaya varmıyor. Allah bizim sonumuzu hayretsin.
Yedi küçük şişe sallanıyor. İçlerinden ikisi pat diye düştü.
Onları gördüm mü yolumu değiştirirdim. Çöp suyu kokarlardı. Yaz kış üstlerinde yerleri süpüren aynı kirli pardösü. Kadın önden giderdi, adam arkasından. Karısının kuşağına yapışıp ayaklarını sürürdü. Gözleri iyi görmezdi herhalde. Görevliler, hemşireler kaç kere çekip konuştular. Çöplerden bir şey çıkarmayın, biz neye ihtiyacınız varsa alır size veririz, dedilerse de fayda etmedi. Odaları çöp odaymış. Kokudan duramıyoruz, diye şikâyet ederdi yan taraftakiler. Kadının kafasında hasır yazlık bir şapka, üzerinde plastik güller. Adamın elinde eski bir bez çanta. Kimi gün çatlak bir leğenle dönerlerdi sokaktan, kimi gün tek bir terlikle. Kaç defa dilekçeler döşendik müdüriyete. Bunları çıkartın buradan. Mikrop getirip hepimizi hasta edecekler, diye. Dört görevli ağızlarını burunlarını sarmalayıp girdiler odalarına. Sabahtan akşama zor temizlediler etrafı. Elbiseleri, fotoğrafları, yatağı, kap kacağı, önlerine çıkan her şeyi plastik çöp poşetlerine doldurdular. Hepimiz seyretmeye gittik. Camlar ardına kadar açıktı. Yataklar boş. Duvarlar bembeyaz. Sanki çöp karı koca hiç yaşamamıştı o odada.
Beş küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Bahçedeki Pamuk sayesinde dost olmuştuk Zuhal ile. Kedileri yönetimden gizli beslerdik. Alıştırmayın bu musibetleri, her yer pisleniyor, diğer sakinler rahatsız oluyor, derdi kapıdaki güvenlik. Zaten çöpe atacaklar kalan yemekleri, günah değil mi? Pamuk pek nazlıdır. Başında beklersen yer, yok bırakıp gidersen o da bırakır yemeği. Aslında sevgi açıdır. Zuhal erken uyanırdı. Süte peynir ezer, biraz da ekmek içi ufalar, sabahları o beslerdi Pamuk’u. Onunla konuşur, bir dalın ucuna bağladığı iple oynatırdı. Çok istedim ama hiç kedim olamadı. Kısmet bu zamanaymış, demişti bir keresinde. Başka da bir şey anlatmazdı kendisi hakkında. Canım sıkılırdı. Azıcık otur da laflayalım Zuhal, derdim. Kalkar yürüyüşe çıkardı. Deniz kenarına gittiğini bilirdim tek. Haftanın bazı günü bir şoför gelip alırdı. Çengelköy’ün sırtlarında bahçe içinde bir yere götürürmüş. Kime gidiyorsun yine, deyince akrabalarıma, derdi. Sabah başka kıyafetle inerdi yemeğe, öğlen, akşam başka. O daracık odada nereye koyuyordu onca giysiyi. Gıpta ederdim. Ne garip kadındı. İnsan tek başına ne yapar? Kime anlatır derdini?
Dört küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Koridorlar soğuk ve karanlık, sırtımda arsız bir ürperti. Camları yokluyorum, hepsi sıkı sıkıya kapalı. Nereden geliyor bu sinsi rüzgâr? Radyatörlere el değmiyor ama içim ısınmıyor bir türlü. Ayfer’in duası var akşama. Gitmemek olmaz. Kimi var ki bizden başka. Hayat doluydu. Takma bacağına rağmen kahkahalarla gülerdi her şeye. Buraya gelmeden tek bacağını kesmişler şeker yüzünden. Az topallardı. Çok sonraları anlattı takma bacağını. Odası bobinler, telalar, düğmeler, astarlar, kırpık kumaşlarla kaplıydı. Yatağının yanı başında dikiş makinesi dururdu. Yelek, çanta, cüzdan dikerdi. Kermeslerde satar üç beş kuruş kazanırdı. Bu zamanda kuru bir emekli maaşı neyine yeter insanın? Doktoru var, ilacı var. Ancak buranın parasına yeterdi üç aylığı. Arada portakal, muz, bir dilim pasta götürürdüm odasına. Ne sevinirdi. Masada herkesin tatlısını ister, yiyemediklerini de bir tabağa toplar, odasına taşırdı. Kız öbür bacağını da keserler sonra, diye korkutmaya çalışırdım ama dinlemezdi. Gece boyunca dikiş dikiyorum, acıkıyorum, derdi. Sanki inadına yerdi Ayfer.
Üç küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Be kadın madem tutamıyorsun çişini, bez koy altına. Ya da odanda otur. İskemle ıslakmış. Ben de görmedim üzerine oturuverdim. Her tarafım battı. Bak Ayşe, dedim geçende. Yönetime söyle de sana hasta kilotu versinler. Ne münasebet, dedi. Alınacak, küsecek ne var? Ben bile uzun gezilere giderken giyiyorum. Birkaç kere de, odasının anahtarını bulmaya çalışırken koridora bırakıvermişti. Temizliyorum diye bütün koridora yay sen çişi. Hemen elinden aldık bezi, kat hizmetlilerine haber verdik. Hem kafa, hem beden gidince zor, biri diğerine sahip çıkmalı, yoksa olmuyor. Her gün dualar ediyorum. Allah’ım sen beni rezil rüsva etme kimselere. Elden ayaktan düşürme. Aklımı koru, diye. Ama duası pek güzeldi. Kızı hepimize işli keseler içinde kurabiye ve şeker dağıttı. İçine bozuk paralarımı koyuyorum, bir de oda anahtarımı. Bulması kolay oluyor.
İki küçük şişe sallanıyor. İçlerinden birisi pat diye düştü.
Senin kedi vardı ya, dedi kapı görevlisi. Köpekler parçalamış. Çalıların dibinde yatıyormuş. Bahçıvan bulmuş sabah erken. Ortancaların diplerini gübreleyecekmiş. Elim ayağım çekildi. Kendimi bir iskemleye attım. Sende mi Pamuk? Daha yavruların olacaktı. Ben bakıp büyütecektim. İnsafsızlar. Niye ayırmadılar, araya girmediler ki? Seyretmişlerdir öyle kalpsizler. Zaten istemiyorlardı. Sana ne güzel de bir kutu yapmıştım, içine battaniye koymuştum. Kim yolumu gözleyecek, bacaklarıma sürünecek. Kızardım ya sana, beni düşüreceksin diye. Varsın düşseydim. Ah Zuhal, iyi ki görmedin. Bak işte şurada, dediler de. Bakamadım.
Bir küçük şişe sallanıyor.
Ölümler hep kışın oluyor. Sonbahar nasıl ağaçları çıplak bırakıyorsa bizim koridor da tenhalaştı. Nisan geldi mi, baharlar patladı mı, bir yıl daha kardayız demektir. Balkonumun önündeki erik ağacı bahara durdu yeniden. Kuşlar balkonuma dadandı. Her tarafı pisletiyorlar. Yuvalarını bozmak gerek. Yumurta bırakırlarsa hiç kıyamam. Boş odalara girip çıkıyorum. Her yer sakin. Yerlerine kimler gelecek acaba? Yan odama erkek gelmese bari. Yazlığa gider miyim bu yıl da? Kız pek oralı olmadı. Anne ne işin var tek başına uzaklarda. Bir şey olsa kim bakacak sana oralarda, diyor. Bu yıl da gittim, gittim. Sonrası bilinmez.
Kaynak: altZine.net, altTema Şişe
Füsun Çetinel
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum :
Yorum Gönder