EDickinsonLüksKopya’nın Suçu Ne?

| 1 yorum

Vahşi Geceler

Joyce Carol Oates, pek çok edebiyatsever tarafından her an Nobel alması beklenen, son derece yetenekli bir yazar. Yeteneğinin yanı sıra zengin hayal gücüyle de tanınıyor. Ama belki de hiçbir eserinde hayal gücüne bu denli yüklenmemişti Oates. Vahşi Geceler'de gerçekten de kendisini aşmış, edebiyatın beş devi olan Edgar Allen Poe, Emily Dickinson, Mark Twain, Henry James ve Ernest Hemingway'i alarak  onların ölmeden önceki son günlerini tamamen kendi fantezisine göre baştan şekillendirmiş. Everest yayınlarından çıkmış bu kitapta  Amerikalı edebiyat devlerinin çıldırma hikayelerini okuyacaksınız. Ben de Oates'un bir hikayesinden yola çıkarak başka bir çıldırma hikayesine vardım. Her yazar başka bir yazardan tetikleniyor ne de olsa.

EDickinsonLüksKopya'nın Suçu Ne?

Ve şimdi şair arkadaşının arkasında dururken cihazın başlatma düğmesine basarak kopyayı uyku durumuna geçirdi.  Kadının Emily’ye, elbise kolunun sert kumaşına, belli belirsiz metalik bir kokusu olan sımsıkı toplu saçlarına dokunmak için cesaretini toplaması zaman aldı. Kâğıt gibi pürüzsüz yanaklar. Bu kadar yakından bakıldığında kadının kendi dudaklarını andıran, canlı gibi kalmış, aralık dudaklar. Kadın hiç düşünmeden, birdenbire öne eğilerek, arkadaşını o dudaklardan öpüverdi, nasıl olduysa. Devam etmek yerine kadın elini Emily’nin cebine sokmaya cesaret etti. Şaire yaslanarak eğildiği sırada, yanağında öteki kadının ılık nefesini hissettiğini fark etti. Paniğe kapılarak geriye doğru tökezledi. Uzaktan kumandaya çarpmıştı. Oh! 

Şair yavaşça yerinden doğruldu. Sanki uzun bir uykudan uyanmıştı. Şimdi tam karşı karşıyaydılar. Nefes nefese ve fazla yakın. Emily beyaz, ufak elleriyle kadına dokundu. Kendinde olamayan ılık pembe yanaklara, dolgun dudaklara, yumuşak kulak memelerine. Ve şiirler yazdığı ince parmakları yoluna devam etti. Küçük bir serçe gibi kadının dolgun, etli bedeni boyunca titreyerek dolaştı. Kirpiksiz gözleri mat boncuklar gibi bakmıyordu artık, aksine şehvetle parlıyordu. Beyaz pilili elbisesi içindeki zayıf bedenini belli belirsiz kadının iri cüssesine yasladı. Minnacık, temiz, fiyonklu pabuçları içindeki ayaklarıyla parmak uçlarında yükselip ağzını kadının kulağına yaklaştırdı. Cilveli, tacizkar ve baştançıkarıcı.

Böyle ayrı durmalıyız.
Sen orada ben burada
Kapı azıcık aralık,
Ki okyanuslar var,
Ve dua,
Ve o, soluk gıda
Ümitsizlik.

Utandı kadın. Yanakları pembeleşti. Saçlarının diplerinden ensesine yağmurun ardından taze çimenlerin üzerinde beliren su boncukları yayıldı. Dudakları birbirini buldu. Emily, dedi kadın. İsmi öyle melodikti ki. Emily. En son ne zaman öpmüştü veya öpülmüştü? Kapının sesiyle irkildi bir an. Kocası gelmiş olmalıydı. Uzanıp Emily’nin kara saçlarını topuzundan çözdü. Şehvetli dalgalar şairin omuzlarına döküldü. Emily, dedi kadın yeniden.

Füsun Çetinel


1 yorum :