Sahicilik ve içtenlik
Niçin bazı yazarları tercih ettiğimi, neden döne dolaşa aynı yazarların eserlerini okuduğumu düşününce, yukarıda belirttiğim iki özelliğin benim için iyi bir öykünün veya romanın vazgeçilmezleri olduğunu bir kere daha anlıyorum.
Sait Faik ile el ele tutuşup Burgazada yollarında onun gördüklerini görmeyi, görmediklerini ise ona gösterebilmeyi, Kafka’nın atkısını boynunda sıkılayıp onu Berlin parklarının ve babasının soğuğundan koruyabilmeyi, Camus ile bir Paris kafesinde oturup benliğimin çamurlu sularına dalmayı, Tezer Özlü ile Boğaziçi Köprüsünün korkuluklarından sarkarken gözümü ardına kadar açabilmeyi, hep o yazarların sahicilikleri ve içtenlikleri yüzünden istiyorum. Başka samimi yazarlar yok mu diyeceksiniz. Var, olmaz mı hiç? Yoksa dünya çekilmez bir yer olurdu gerçekten.
Bir atölye yürütme fikri ortaya çıktığında, ki bunun tek suçlusu sevgili Yeşim Cimcoz’dur, şöyle düşündüm. Bu öyle bir atölye olmalıydı ki, yazıevine yakışmalı, onunla bütünleşebilmeliydi. Bir solakların, bir de öykücülerin kafası farklı çalışır. Canım Sait Faik, meyhanede parmağında kadın yüzüğü taşıyan adamdan nerelere varmıştır. Hey gidi günler.
Sıradan bir solak ise Gangnam style’dan yola çıkıp Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Oğuz Atay’ın doğu batı meselesine varabilir. Hele ki ikizler burcundansa… Bakınız, Öykünün Ev Hali videoları, youtube.
İşte Öykünün Ev Hali de bu tarz bir beyin fırtınasıyla ortaya çıktı
Neredeyiz? Yazıevi. Yazının evi. Yazının evinde öykü. Sıcak. Samimi. İçten. Ev de öyle. Pijama. Gecelik. Eşofman. Rahat. Saç baş bir tarafta. Çay. Kahve. Kanepe. Kitap. Biraz gazete. Belki film. Arada telefon. Arkadaşlar. Gelen giden. Yemek, mutlaka yemek. Fındık, fıstık. Biraz pinekleme. Fonda müzik. Çamaşır, sonra belki ütü. Arada mesajlar. Facebook. Twitter. Ev hali işte. Dağınık. Olduğun gibi. Kasma yok. Biraz oradan biraz buradan. Tamam o zaman, Öykünün Ev Hali.
Tam da böyle bir şey istiyordum
Katıldığım atölyelerde bulamadığım şeyi vermek istiyordum yazıevine geleceklere. Onlara, kabul görmüş yazarların da hata yapabileceklerini, edebiyattaki tabuları yıkmayı, eleştirmenleri sorgulamayı, yani samimiyeti göstermek, onlarla birlikte edebiyattan zevk almak istiyordum. Diğer atölyelerdeki katılımcıların birçoğu yanlış bir şey söylemekten, hata yapmaktan ölesiye korkarlar, fikirlerinin arkasında duramazlar. Öğretmen ne derse tasdik ederler, çabuk pes ederler. Kısacası sahici ve içten olmayı bir türlü beceremezler. O zaman da yapılan iş edebiyat olmaktan çıktığı gibi, yazmaları, üretmeleri de güçleşir veya basmakalıp metinler üretirler.
Standart bir program yok.
Öykünün Ev Halinde önceden hatları çizilmiş standart bir program yok. Öykü nasıl kısa bir ana yoğunlaşıyorsa, bizim atölyemiz de aynı şekilde ana yoğunlaşıyor. Her hafta gazetelerden kestiğim kışkırtıcı yazılar, defterime not aldığım bir duvar yazısı, metinler arası akrabalığın görülebileceği ama o zamana dek fark edilmemiş birkaç öykü, seminer notlarım, kitaplardan alıntılar, ilk cümleler, bir kahve falı, kısacası yaşamın içinden ve edebiyattan parçalarla giriyorum derse. Kimi zaman diyalog tamamlıyoruz, bazen bir şiirin eksik dizelerini hayal etmeye çalışıyoruz birlikte. Rahatız, samimiyiz, ön yargılardan, kalıplaşmış doğrulardan çok uzağız. Her şeye, her fikre açığız.
Her şeyi bilmek zorunda değiliz. A, sen bu yazarı okumadın mı daha? Postmodernizm nedir bilmiyor musun yoksa gibi önyargılarımız yok. Samimiyiz. İçteniz. Mutfağımızda ne varsa masaya döküyoruz. Hep birlikte pişirip hep beraber edebiyat açlığımızı doyuruyoruz. Paylaşıyoruz.
Biz bir aileyiz. Okumayı, düşünmeyi, paylaşmayı ve yaratmayı seviyoruz. Kar kış, yağmur çamur demeden, her hafta Öykünün Ev Halinde buluşuyoruz.
Füsun Çetinel