Turşucu

| 2 yorum

Turşucu 

Dizi dizilerdi,
Hıyar, patlıcan, sarımsak, havuç ve kereviz.
Daha neler yoktu ki. Karpuz bile vardı.
Hepsi raflarda yerlerini almıştı.
Tuzlanmış, havası alınmış kapalı kavanozlarda,
Zamansızlıkta bekleşiyorlardı.

Elinde kepçe duruyordu satıcı.
Krem rengi önlüğü içinde, tombul ve kırmızı suratlı.
Yuvarlak mermer masada üç kadın oturuyordu.
Üçü de birbirinden yaşlı, aşınmış ve bıkkın.
Turşu kadar buruşuktu bedenleri,
Havasızdı yaz sıcağında mekân.

Turşu suyu, dedi içlerinden biri.
Hiç denediniz mi?
Townsend’de turşu suyu ne gezer, dedi çiçekli şapkalı yelpazesini savururken.
Biraz dağlar, biraz da yeşillik, işte o kadar.
Çocukların ödevi, alışveriş, yemek bizim oralarda erken yenir.
Obama da yüzüne gözüne bulaştırdı. Bu son gezimiz olabilir.
Torunuma ördekli bir etek almak istiyorum.
Ben de kızıma gümüş küpe.
Ve oğluma biraz pastırma. Sanırım sever.

Kepçe fıçılara dalıp çıktıkça turp kırmızısı damlalar yayıldı mermer zemine.
Judy seyrelmiş saçlarını düzeltti.
Sheila rujunun fazlasını sıyırdı titrek elleriyle.
Margot kemikleri fırlamış ayak parmağını ovaladı sandaletinin içinden.

Hmm, pek bir lezzetli.
Ferahladım. Yorgunluğum geçti sanki.
Kebapları sindirdik sonunda.
Kalksak mı artık?

Townsend’den üç yorgun kadın.
Kalkıp gelmişler ta Cihangir’e.

Füsun Çetinel








2 yorum :